20 Haziran 2012 Çarşamba

Dokuz saatte kim bilir kaç kişi?





Öğrencilik yıllarımdı. Sanki çok uzun zaman geçmiş gibi bir yandan da dün gibi aklımda her ay anne kokusunu özleyip sıkça yaptığım yolculuklar. İlk zamanlarda alışamadım o uzun yola. Dokuz saat sürüyordu . Dokuz saat git 3 gün sonra dokuz saat geri dön. Uyumak isterken bir yandan da içinden ya da kıyısından geçtiğim şehirlerin, limanların ışıkları beni cezbediyor meraktan uyku iyice uzaklaşıyordu benden. Küçük bir kitap okuma lambam vardı hatta ilk görüp aldığımda çok şaşırıp sevinmiştim. Biraz da oyuncağa benziyordu renkleri,şekli sanırım biraz da bu yüzden çok sevdim onu. Artık yolculuklarımda insanları rahatsız etmeden kitap okuyabilecektim ya da yazabilecektim.. Tabii babamın bana aldığı ki o zamanlar oldukça pahalı olan cd çalardaki müziklerimin eşliğinde. Bir süre sonra zevkli olmaya başladı yolculuklar. Biraz veda gözyaşları, biraz kitap, biraz müzik, biraz yol ,bazen kötü havalarda tedirginlik ama yine de keyifliydi.

Saat sabaha karşı dört civarında İzmit'de oluyorduk doğu izmit batı izmit adapazarı hepsi içiçe neresi nerde anlayamamıştım. Ama o saatlerde limanda hala çalışan insanlardan, büyük gemilerden oldukça etkilenmiştim ve uyuklasam da kurulu saat gibi zınk diye gözlerimi açardım ordan geçerken öyle bir şartlanma.

Sağda liman, solda bir sürü küçüklü büyüklü çarpık sıralanmış evler ve ne hikmetse o saatlerde normal şartlarda uyuması gereken onca evin ışıkları hep yanıyordu. O evlerde yaşayan insanları hayal etmeye çalışırdım. En çok gözümün önüne gelen de üzerinde pijamaları eşine el kol hareketleriyle bağıran, saçı öylesine tutturulmuş ve basit bir şekilde sarıya boyanmış yağlı saçları olan kadının tartışmanın sonunda yediği tokattan sonraki gözyaşları.
Hep düşündüm kim bilir kaç kişi mışıl mışıl uyuyor,kim bilir kaçı içkiden sigaradan gözleri kanlı ağlıyor,kim bilir kaç kişi dayak yiyor kim bilir kaç kişi delice sevişiyor ve kim bilir kaç kişi son nefesini veriyor?

Sonra uykuya dalıyorum yeniden bunları düşünürken huzursuz. Sesleri duyuyo gibiyim şöförün dinlediği trt fm . Birkaç saat daha geçiyor ve Ankara'da ilk gün ışığı yorgun gözlerimin içini yakarak selamlıyor bizi. Zorla açtığım gözlerim yanıyor ve otobüsün klimasından kurumuş boğazımı ıslatmak için aç karnıma suyu boşaltıyorum ve biraz da yüzüme sürüyorum.
Sabah 06.30 yolculuk bitti. Düşlerimden sıyrılıp gerçek dünyama geri dönüyorum.
Günaydın