''İki
yanı
kürklü kaşe
palto vardı
üstünde.
Siyah saçlarının
uçları
kürkün
kahve beyaz tüylerine
karışmış,
rüzgarın
esintisiyle hafifçe oynuyordu. Havanın
soğukluğu
kızarmış
yanaklarından
belli oluyordu. Elleri ve ayakları
da soğuktu
mutlaka. İnadına
dimdik duruyordu. Tek başına,
yıkılmaz
kuleler gibi dimdik.
Başını
hafifçe
yana çevirdi,
bir şey
söyleyecek
diye heyecanlandım.
Aramızda
iki, üç
metre olsa gerekti. Korktum, narin sesi rüzgarın
oyunuyla bana kadar gelemez, bilinmeyen bir hava boşluğunda
tek tek dağılır
kaybolur diye.
Hangisiydi
söylediği…
İlki
mi, ikincisi mi…
yoksa ikisi birden mi…
Benimle oynuyor. Yalancı,
ikiyüzlü…
Ve daha söyleyemeyeceğim,
şu
karşımda
muhteşem
güzelliğiyle
duran kadına
yakıştıramayacağım
kadar çok
hakaret geçti
içimden.
Sustum.
Koca bir tarihin sırlarını
taşıyan
saraylar gibi inadına
sustum.. . Susuşumun
sıcaklığı
dalga dalga yayıldı
soğuk
havanın
içine.
İçimdeki
yangının
dumanı
çıkıyordu
sadece soğuk
havaya. Üfledim ateşimi,
buz kesti dumanı.
Aramıza
buzdan duvarlar ördü
ördü…
Erisin diye uğraşmadım
hiç,
biliyordum kavuşmam
için
önce
kaybetmem gerekiyordu. Biliyordum konuşmak
için
önce
susmam gerekiyordu.
Sana
mı
yerçekimine
mi tabi olduğumu
bilemeyecek bir boşluktaydım
şimdi.
Yüzünü
göremiyor, sesini duyamıyor,
dahası
hala orada olup olmadığını
bile seçemiyordum…
tüm anlamlarınla
kafamın
içindeydin.
Burnumun dibinde. Seninle değil,
mananla kalmıştım.
Olsun . yine de sen oradaydın.
Nihayet
başını
çevirdi
bana doğru.
Gördüm . Gözleri, yanakları,
boynu, gerdanı,
o narin vücudu bana doğru
çevrildi.
Işığı
gözlerimi kamaştırdı,
bedeninin sıcaklığı
her yere yayıldı,
mesafeleri aştı.
Burnumda kokusu. Yine ayakta duramayacak denli sersemleştirmişti
beni.
-
bun..unas.ıl..na.s.ıl..yapı..yo.rsun?
-
neyi
Siyah
saç uçları
boynuna dek havalandı.
Bir sis perdesinin arkasında
gözleri
bana bakıyordu
dimdik. eğrilip
bükülmeden
dimdik. Bakışının
arkasında
şefkati
aradım.
Ufacık
bir şefkat
pırıltısını.bir
damla şefkatine
öylesine ölesiye muhtaçtım.
tam o inadının
arkasında,
şefkati
bulacağım
anda ufacık
bir sis, bir hava zerresi kaplıyordu
göz
bebeğini.
Göremiyordum. Gizliyor mu yoksa hepsi benim aptal yanılsamam
mı…
-
bun..unas.ıl..na.s.ıl..yapı..yo.rsun?
-
ama neyi
Yine
duramamış
konuşmuştum.
Yine beni hataya sürükleyip, öne geçmişti.
Tam bir sürtüktü. Hepsini, her şeyi
planlıyordu
biliyordum. Bu rüzgarı,
soğuğu,
boşlukları…
şu
aramızdaki
uzaklığın
metre hesabını…
sinsice planlayıp
beni gafil avlıyordu.
Nefretim
sürüklendi gözünün karasına ulaştı. Sakladığı şefkat
deliğinin tam içinden girdi… Baştan ayağa siyaha kesildi.
Yıkılmaz kale muhafızları kılıçlarını çekti. Keskin
uçlarının pırıltısı kuşattı ulaşılmaz güzelliğini.
Savunmasız kaldım. Nefret ve sevgi ikiliğinde. Bir adım atsalar
sere serpe yere düşerdim. Bir şövalye gibi savaşmamı
bekliyordu, oysa ben esiri olmaya razıydım.
Sis
dağıldı. Her zaferinden sonra yaptığı gibi karşımda öylece
durdu. Güçsüzlüğümü, korkaklığımı,ona olan zavallı
hayranlığımı apaçık görmek için aynı kara bakışlarla baktı
bana. Yenilgimin utancını yüzüme vurmak için acımasızca baktı.
Neden bu kadar zalimdi?
Gülümsedi.
Hain rüzgar her şeyi alıp götürmeden önce inci gibi gülümsedi.
Önce saçları uçuştu, kürklü siyah paltosunun tüylerine
karışarak. Sonra elleri, ayakları… Rüzgar tozu dumana
katarken, canımın yangını körükleniyordu durmadan. Gözlerimi
açık tutmaya çalışıyordum; son bir şefkat pırıltısı için,
son bir harf seslenişi için, herhangi son bir şey için… Nafile…
Kaybolup gittin…
Duruldu.
Duruldum. Sis her yeri kapladı. Sonsuz bir hava boşluğunda kaldım.
Canım her gidişinde olduğu gibi aynı şiddetli acıyla yanıyordu.
Seni sevmemin acısıyla yandım. Ve gülümsedim sana.