6 Mart 2013 Çarşamba

Bir cinayet, üstelik kalemle


Zalim'e Atfen
Az önce bir cinayet daha işlendi. Sokakta değil, tam da yuva diye tabir ettiğimiz bir evin ortasında.
Kadın birkaç gün önce gelen maili okuyamamıştı bir türlü. Kafasını verip adamakıllı sindirerek okumak istiyordu.
Bir saat önce
Mesaj: Çok özledim gözlerim dolu dolu.
Yanıt: Uyumuşum birazdan ararım.

Gece tutmayan uykunun gündüze geçiş halinde bir gün daha, geç olsa da düşlerden doğmuştu. Halbuki düşündeki genç kadının ona neden o küçük sahil kasabasına yerleştiğini anlatıyordu tam da o vakit.. Telefonu. Çalmıştı, bakmadan sesini kapatıp tekrar uyumaya, düşü devam ettirmeye çalışmasına rağmen olmadı. Kalktı bir sigara yaktı her zamanki gibi. Eli ayağı zangır zangır titriyordu ki sonra aklına geldi, o gün hiçbir şey yememişti. Odaya geçip karnını doyurdu ve telefonu eline aldı.

Cinayete ramak kala

Konuşma ortalama uzun sürdü.
-Ben iyiyim aslında öyle karartmıyorum kendimi arada bir aklıma gelince kötü oluyorum o kadar. Bütün gün düşünmüyorum.
-Karşıses: Ben de rüyalarımda yaşıyorum sanırım bu yetiyor. Gidecektim aslında bu gün ama yapamadım. Belki yarın.
  • Şu yolladığım maili oku lütfen artık.
  • Karşıses: Tamam hemen okuycam...

Kadın maili okudu. Bacaklarındaki morluklar, kafasındaki şişlikler ve iğne delikleri sızladı. Sancıya dönüştü ve bir sigara daha yaktı.Bir de günlerdir dinlediği şarkıyı bir kez daha dinledi. Maili bir kez daha okudu.
Sancıya dönüşen ağrılarıyla kanlar içinde yere yığıldı. Müzik hala kulağında.
Bir kalemle cinayet nasıl işlenir? 
Oldu işte bir cinayet daha işlendi az önce hem de bir kalemle. Hem de kalemi kırmadan....

Cinayet silahı KALEM (Zalim)



''İki yanı kürklü kaşe palto vardı üstünde. Siyah saçlarının uçları kürkün kahve beyaz tüylerine karışmış, rüzgarın esintisiyle hafifçe oynuyordu. Havanın soğukluğu kızarmış yanaklarından belli oluyordu. Elleri ve ayakları da soğuktu mutlaka. İnadına dimdik duruyordu. Tek başına, yıkılmaz kuleler gibi dimdik.
Başını hafifçe yana çevirdi, bir şey söyleyecek diye heyecanlandım. Aramızda iki, üç metre olsa gerekti. Korktum, narin sesi rüzgarın oyunuyla bana kadar gelemez, bilinmeyen bir hava boşluğunda tek tek dağılır kaybolur diye.
  • Ne..d..en b..eni… hi-ç ara…mıyorsun?
  • Oy…saben s…adeceseni…nle ken..dimgibi…yim
Hangisiydi söylediği İlki mi, ikincisi mi yoksa ikisi birden mi Benimle oynuyor. Yalancı, ikiyüzlü… Ve daha söyleyemeyeceğim, şu karşımda muhteşem güzelliğiyle duran kadına yakıştıramayacağım kadar çok hakaret geçti içimden.
Sustum. Koca bir tarihin sırlarını taşıyan saraylar gibi inadına sustum.. . Susuşumun sıcaklığı dalga dalga yayıldı soğuk havanın içine. İçimdeki yangının dumanı çıkıyordu sadece soğuk havaya. Üfledim ateşimi, buz kesti dumanı. Aramıza buzdan duvarlar ördü ördü… Erisin diye uğraşmadım hiç, biliyordum kavuşmam için önce kaybetmem gerekiyordu. Biliyordum konuşmak için önce susmam gerekiyordu.
Sana mı yerçekimine mi tabi olduğumu bilemeyecek bir boşluktaydım şimdi. Yüzünü göremiyor, sesini duyamıyor, dahası hala orada olup olmadığını bile seçemiyordum… tüm anlamlarınla kafamın içindeydin. Burnumun dibinde. Seninle değil, mananla kalmıştım. Olsun . yine de sen oradaydın.
Nihayet başını çevirdi bana doğru. Gördüm . Gözleri, yanakları, boynu, gerdanı, o narin vücudu bana doğru çevrildi. Işığı gözlerimi kamaştırdı, bedeninin sıcaklığı her yere yayıldı, mesafeleri aştı. Burnumda kokusu. Yine ayakta duramayacak denli sersemleştirmişti beni.
- bun..unas.ıl..na.s.ıl..yapı..yo.rsun?
- neyi
Siyah saç uçları boynuna dek havalandı. Bir sis perdesinin arkasında gözleri bana bakıyordu dimdik. eğrilip bükülmeden dimdik. Bakışının arkasında şefkati aradım. Ufacık bir şefkat pırıltısını.bir damla şefkatine öylesine ölesiye muhtaçtım. tam o inadının arkasında, şefkati bulacağım anda ufacık bir sis, bir hava zerresi kaplıyordu göz bebeğini. Göremiyordum. Gizliyor mu yoksa hepsi benim aptal yanılsamam mı
- bun..unas.ıl..na.s.ıl..yapı..yo.rsun?
- ama neyi
Yine duramamış konuşmuştum. Yine beni hataya sürükleyip, öne geçmişti. Tam bir sürtüktü. Hepsini, her şeyi planlıyordu biliyordum. Bu rüzgarı, soğuğu, boşluklarışu aramızdaki uzaklığın metre hesabını… sinsice planlayıp beni gafil avlıyordu.
Nefretim sürüklendi gözünün karasına ulaştı. Sakladığı şefkat deliğinin tam içinden girdi… Baştan ayağa siyaha kesildi. Yıkılmaz kale muhafızları kılıçlarını çekti. Keskin uçlarının pırıltısı kuşattı ulaşılmaz güzelliğini. Savunmasız kaldım. Nefret ve sevgi ikiliğinde. Bir adım atsalar sere serpe yere düşerdim. Bir şövalye gibi savaşmamı bekliyordu, oysa ben esiri olmaya razıydım.
Sis dağıldı. Her zaferinden sonra yaptığı gibi karşımda öylece durdu. Güçsüzlüğümü, korkaklığımı,ona olan zavallı hayranlığımı apaçık görmek için aynı kara bakışlarla baktı bana. Yenilgimin utancını yüzüme vurmak için acımasızca baktı. Neden bu kadar zalimdi?
  • hoş.ç.ka..l…
Gülümsedi. Hain rüzgar her şeyi alıp götürmeden önce inci gibi gülümsedi. Önce saçları uçuştu, kürklü siyah paltosunun tüylerine karışarak. Sonra elleri, ayakları… Rüzgar tozu dumana katarken, canımın yangını körükleniyordu durmadan. Gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum; son bir şefkat pırıltısı için, son bir harf seslenişi için, herhangi son bir şey için… Nafile… Kaybolup gittin…
Duruldu. Duruldum. Sis her yeri kapladı. Sonsuz bir hava boşluğunda kaldım. Canım her gidişinde olduğu gibi aynı şiddetli acıyla yanıyordu. Seni sevmemin acısıyla yandım. Ve gülümsedim sana.
  • Yine gel  ''

4 Mart 2013 Pazartesi

Yüce Işık Neon



Karanlığa yakındı içeri girdiğimde. İlk yapılan gökdelenlerdendi sanırım. Tavanlarıyla yer arasındaki mesafe oldukça azdı. Üçer beşer koşturarak çıktığım merdivenleri. Daha da karardı asma katlar ben çıktıkça.
Oldukça karanlıktı en üst kata vardığımda. Sadece aşağı yukarı aynı yükseklikte bulunan binaların uyarı ışıkları ve etrafta arada bir göz kırpan neon ışıkları vardı. Kabinlerin içine kapanmış herkes yabancıydı. Hatta duyarsız ve mutsuz görünüyorlardı. Kafalarını şöyle bir çevirip tekrar önlerine baktılar. Sanki sadece bendim mutlu olan. Dans ettim, şarkı söyledim avaz avaz... Her şeyi geride bırakmıştım o ilk girdiğim katta. Ve zerre kadar acaba demiyordum. Sadece o anı yaşayıp hep öyle olabileceğini düşündüm..
Işıkların göz kırptığını gördüğüm büyük cam kapıdan dışarı çıktım. Kocaman bir teras. Evet bu bana bi kahve içeriz vaadi verilen terastı. Sigara da içebilecektim ama bunları yapmadan önce aşağı bakmak istedim. Acaba sorum sadece buna dairdi acaba ne kadar yüksekteyim? Geldiğim yoldan geri dönmenin imkanı yoktu o yüzden bi gün inmek istersem, yangın merdiveninden inmek zorundaydım. Ama o merdiven şimdiki yangın merdivenleri gibi değil, dümdüz bir merdivendi. Aşağı baktım evet neredeyse bir uçağın penceresinden gördüğüm manzarayı gördüm.Sadece daha aydınlıktı neonlar ve çizilmiş gibi hareketli hareketsiz ledler vardı yerlerde. Bakmamla çekilmem arasında 3-4 saniye vardı belki ama o koca şehri yutabilecek kadar güveniyordum kendime. O anda kalacak ve geriye hiç bakmayacaktım. Evet orada kaldım.
Üzerimdeki annemin diktiği etekli ceketli kıyafet ve ender zamanlarda giydiğim siyah topuklu ayakkabılarla yere yığıldım. O sırada orda olduğunu sonradan farkettiğim eli tuttum, bir yandan da demir gibi buz tutmuş derler ya hani o demiri ''ben ben inemiycem''.
Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu, kan ter içinde kalmak neymiş anladım. O an düşündüm ya son anda fark ettiğim o el ya yanımda kalmazsa.
Kahverengi battaniyem beni boğacakmış az daha uyandım. Kulağımda çocukken dinlediğim bir şarkı...
''Rüyamda sevgiyi buldum, saf insanı buldum..Yüce ışığın yüzünü gördüm sımsıcak sapsarı..Duygular,dokunmalar hesapsız nasıl olmalıysa öyle..Mutluluk kucak açmış zararsız nasıl olmalıysa öyle... Orda gördüm güzelliği dönemem... Uyandığımda yer gök siyah, duvarlar kan, ruhumda ağır bir günah vahşet dolu yüzler...''