26 Mart 2013 Salı
6 Mart 2013 Çarşamba
Bir cinayet, üstelik kalemle
Zalim'e Atfen
Az önce bir cinayet daha işlendi.
Sokakta değil, tam da yuva diye tabir ettiğimiz bir evin ortasında.
Kadın birkaç gün önce gelen maili
okuyamamıştı bir türlü. Kafasını verip adamakıllı sindirerek
okumak istiyordu.
Bir saat önce
Mesaj: Çok özledim gözlerim dolu
dolu.
Yanıt: Uyumuşum birazdan ararım.
Gece tutmayan uykunun gündüze geçiş
halinde bir gün daha, geç olsa da düşlerden doğmuştu. Halbuki
düşündeki genç kadının ona neden o küçük sahil kasabasına
yerleştiğini anlatıyordu tam da o vakit.. Telefonu. Çalmıştı,
bakmadan sesini kapatıp tekrar uyumaya, düşü devam ettirmeye
çalışmasına rağmen olmadı. Kalktı bir sigara yaktı her
zamanki gibi. Eli ayağı zangır zangır titriyordu ki sonra aklına
geldi, o gün hiçbir şey yememişti. Odaya geçip karnını
doyurdu ve telefonu eline aldı.
Cinayete ramak kala
Konuşma ortalama uzun sürdü.
-Ben iyiyim aslında öyle
karartmıyorum kendimi arada bir aklıma gelince kötü oluyorum o
kadar. Bütün gün düşünmüyorum.
-Karşıses: Ben de rüyalarımda
yaşıyorum sanırım bu yetiyor. Gidecektim aslında bu gün ama
yapamadım. Belki yarın.
- Şu yolladığım maili oku lütfen artık.
- Karşıses: Tamam hemen okuycam...
Kadın maili okudu. Bacaklarındaki
morluklar, kafasındaki şişlikler ve iğne delikleri sızladı.
Sancıya dönüştü ve bir sigara daha yaktı.Bir de günlerdir
dinlediği şarkıyı bir kez daha dinledi. Maili bir kez daha okudu.
Sancıya dönüşen ağrılarıyla
kanlar içinde yere yığıldı. Müzik hala kulağında.
Bir kalemle cinayet nasıl işlenir?
Oldu işte bir cinayet daha işlendi
az önce hem de bir kalemle. Hem de kalemi kırmadan....
Cinayet silahı KALEM (Zalim)
''İki
yanı
kürklü kaşe
palto vardı
üstünde.
Siyah saçlarının
uçları
kürkün
kahve beyaz tüylerine
karışmış,
rüzgarın
esintisiyle hafifçe oynuyordu. Havanın
soğukluğu
kızarmış
yanaklarından
belli oluyordu. Elleri ve ayakları
da soğuktu
mutlaka. İnadına
dimdik duruyordu. Tek başına,
yıkılmaz
kuleler gibi dimdik.
Başını
hafifçe
yana çevirdi,
bir şey
söyleyecek
diye heyecanlandım.
Aramızda
iki, üç
metre olsa gerekti. Korktum, narin sesi rüzgarın
oyunuyla bana kadar gelemez, bilinmeyen bir hava boşluğunda
tek tek dağılır
kaybolur diye.
- Ne..d..en b..eni… hi-ç ara…mıyorsun?
- Oy…saben s…adeceseni…nle ken..dimgibi…yim
Hangisiydi
söylediği…
İlki
mi, ikincisi mi…
yoksa ikisi birden mi…
Benimle oynuyor. Yalancı,
ikiyüzlü…
Ve daha söyleyemeyeceğim,
şu
karşımda
muhteşem
güzelliğiyle
duran kadına
yakıştıramayacağım
kadar çok
hakaret geçti
içimden.
Sustum.
Koca bir tarihin sırlarını
taşıyan
saraylar gibi inadına
sustum.. . Susuşumun
sıcaklığı
dalga dalga yayıldı
soğuk
havanın
içine.
İçimdeki
yangının
dumanı
çıkıyordu
sadece soğuk
havaya. Üfledim ateşimi,
buz kesti dumanı.
Aramıza
buzdan duvarlar ördü
ördü…
Erisin diye uğraşmadım
hiç,
biliyordum kavuşmam
için
önce
kaybetmem gerekiyordu. Biliyordum konuşmak
için
önce
susmam gerekiyordu.
Sana
mı
yerçekimine
mi tabi olduğumu
bilemeyecek bir boşluktaydım
şimdi.
Yüzünü
göremiyor, sesini duyamıyor,
dahası
hala orada olup olmadığını
bile seçemiyordum…
tüm anlamlarınla
kafamın
içindeydin.
Burnumun dibinde. Seninle değil,
mananla kalmıştım.
Olsun . yine de sen oradaydın.
Nihayet
başını
çevirdi
bana doğru.
Gördüm . Gözleri, yanakları,
boynu, gerdanı,
o narin vücudu bana doğru
çevrildi.
Işığı
gözlerimi kamaştırdı,
bedeninin sıcaklığı
her yere yayıldı,
mesafeleri aştı.
Burnumda kokusu. Yine ayakta duramayacak denli sersemleştirmişti
beni.
-
bun..unas.ıl..na.s.ıl..yapı..yo.rsun?
-
neyi
Siyah
saç uçları
boynuna dek havalandı.
Bir sis perdesinin arkasında
gözleri
bana bakıyordu
dimdik. eğrilip
bükülmeden
dimdik. Bakışının
arkasında
şefkati
aradım.
Ufacık
bir şefkat
pırıltısını.bir
damla şefkatine
öylesine ölesiye muhtaçtım.
tam o inadının
arkasında,
şefkati
bulacağım
anda ufacık
bir sis, bir hava zerresi kaplıyordu
göz
bebeğini.
Göremiyordum. Gizliyor mu yoksa hepsi benim aptal yanılsamam
mı…
-
bun..unas.ıl..na.s.ıl..yapı..yo.rsun?
-
ama neyi
Yine
duramamış
konuşmuştum.
Yine beni hataya sürükleyip, öne geçmişti.
Tam bir sürtüktü. Hepsini, her şeyi
planlıyordu
biliyordum. Bu rüzgarı,
soğuğu,
boşlukları…
şu
aramızdaki
uzaklığın
metre hesabını…
sinsice planlayıp
beni gafil avlıyordu.
Nefretim
sürüklendi gözünün karasına ulaştı. Sakladığı şefkat
deliğinin tam içinden girdi… Baştan ayağa siyaha kesildi.
Yıkılmaz kale muhafızları kılıçlarını çekti. Keskin
uçlarının pırıltısı kuşattı ulaşılmaz güzelliğini.
Savunmasız kaldım. Nefret ve sevgi ikiliğinde. Bir adım atsalar
sere serpe yere düşerdim. Bir şövalye gibi savaşmamı
bekliyordu, oysa ben esiri olmaya razıydım.
Sis
dağıldı. Her zaferinden sonra yaptığı gibi karşımda öylece
durdu. Güçsüzlüğümü, korkaklığımı,ona olan zavallı
hayranlığımı apaçık görmek için aynı kara bakışlarla baktı
bana. Yenilgimin utancını yüzüme vurmak için acımasızca baktı.
Neden bu kadar zalimdi?
- hoş.ç.ka..l…
Gülümsedi.
Hain rüzgar her şeyi alıp götürmeden önce inci gibi gülümsedi.
Önce saçları uçuştu, kürklü siyah paltosunun tüylerine
karışarak. Sonra elleri, ayakları… Rüzgar tozu dumana
katarken, canımın yangını körükleniyordu durmadan. Gözlerimi
açık tutmaya çalışıyordum; son bir şefkat pırıltısı için,
son bir harf seslenişi için, herhangi son bir şey için… Nafile…
Kaybolup gittin…
Duruldu.
Duruldum. Sis her yeri kapladı. Sonsuz bir hava boşluğunda kaldım.
Canım her gidişinde olduğu gibi aynı şiddetli acıyla yanıyordu.
Seni sevmemin acısıyla yandım. Ve gülümsedim sana.
- Yine gel ''
4 Mart 2013 Pazartesi
Yüce Işık Neon
Karanlığa yakındı içeri
girdiğimde. İlk yapılan gökdelenlerdendi sanırım. Tavanlarıyla
yer arasındaki mesafe oldukça azdı. Üçer beşer koşturarak
çıktığım merdivenleri. Daha da karardı asma katlar ben
çıktıkça.
Oldukça karanlıktı en üst kata
vardığımda. Sadece aşağı yukarı aynı yükseklikte bulunan
binaların uyarı ışıkları ve etrafta arada bir göz kırpan neon
ışıkları vardı. Kabinlerin içine kapanmış herkes yabancıydı.
Hatta duyarsız ve mutsuz görünüyorlardı. Kafalarını şöyle
bir çevirip tekrar önlerine baktılar. Sanki sadece bendim mutlu
olan. Dans ettim, şarkı söyledim avaz avaz... Her şeyi geride
bırakmıştım o ilk girdiğim katta. Ve zerre kadar acaba
demiyordum. Sadece o anı yaşayıp hep öyle olabileceğini
düşündüm..
Işıkların göz kırptığını
gördüğüm büyük cam kapıdan dışarı çıktım. Kocaman bir
teras. Evet bu bana bi kahve içeriz vaadi verilen terastı. Sigara
da içebilecektim ama bunları yapmadan önce aşağı bakmak
istedim. Acaba sorum sadece buna dairdi acaba ne kadar yüksekteyim?
Geldiğim yoldan geri dönmenin imkanı yoktu o yüzden bi gün inmek
istersem, yangın merdiveninden inmek zorundaydım. Ama o merdiven
şimdiki yangın merdivenleri gibi değil, dümdüz bir merdivendi.
Aşağı baktım evet neredeyse bir uçağın penceresinden gördüğüm
manzarayı gördüm.Sadece daha aydınlıktı neonlar ve çizilmiş
gibi hareketli hareketsiz ledler vardı yerlerde. Bakmamla çekilmem
arasında 3-4 saniye vardı belki ama o koca şehri yutabilecek
kadar güveniyordum kendime. O anda kalacak ve geriye hiç
bakmayacaktım. Evet orada kaldım.
Üzerimdeki annemin diktiği etekli
ceketli kıyafet ve ender zamanlarda giydiğim siyah topuklu
ayakkabılarla yere yığıldım. O sırada orda olduğunu sonradan
farkettiğim eli tuttum, bir yandan da demir gibi buz tutmuş derler
ya hani o demiri ''ben ben inemiycem''.
Kalbim yerinden çıkacakmış gibi
çarpıyordu, kan ter içinde kalmak neymiş anladım. O an düşündüm
ya son anda fark ettiğim o el ya yanımda kalmazsa.
Kahverengi battaniyem beni boğacakmış
az daha uyandım. Kulağımda çocukken dinlediğim bir
şarkı...
''Rüyamda sevgiyi buldum, saf insanı buldum..Yüce ışığın
yüzünü gördüm sımsıcak sapsarı..Duygular,dokunmalar hesapsız
nasıl olmalıysa öyle..Mutluluk kucak açmış zararsız nasıl
olmalıysa öyle... Orda gördüm güzelliği dönemem... Uyandığımda yer gök siyah, duvarlar kan,
ruhumda ağır bir günah vahşet dolu yüzler...''
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)