25 Kasım 2012 Pazar

YANILGI






ESKİDEN DÜNYADAKİ EN KÖTÜ HİSSİN, SEVDİĞİN BİRİNİ KAYBETMEK OLDUĞUNU SANIRDIM...AMA YANILMIŞIM....
DÜNYADAKİ EN KÖTÜ HİS KENDİNİ KAYBETTİĞİNİ FARK ETTİĞİN ANDA HİSSETTİKLERİNMİŞ...

22 Kasım 2012 Perşembe

Kat be kat ömürlü olsun ...


Geçmiş yaşanmışlıklarımızı buruşturup bir sandığın içine tıktıysak tabiri caizze ki vay halimize.. Bir gün öyle bir şey olur ki sandığın kilidini kırmak zorunda kalırsın. Hani anahtarını akarsuya attığın kilidi. Hadi açtın sandığı, öyle boş bakışlarla durmamalı karşısında dök odanın ortasına, oku tek tek buruşturduklarını. Ama bu kez düzenli bir şekilde katlayıp yerleştir, bir de daha sağlam kilidi  olan belki daha güzel görünümlü bir sandık olsun bu seferki. Sandıkları olsun herkesin kimsenin göremeyeceği, bazen arasan, senin bile nereye sakladığını unutacağın yerlerde.Yaşadıkça sen ve öldükleri için  senin ömrüne ömür katanlar oldukça, çoğalacak sandıkların sakın korkma. Bir gün sen de ömür katacaksın birlerinin hayatlarına ama umut da kat. Rüyalarına gir toprakta çürüsen de güzel görün onlara..
Şimdi savuruken yağmur insanları, loş odanda soğuğa rağmen ve inat, açıkken penceren, sevgilinin seni henüz tanımaya çalışırken bir satıcının önerisine uyup sana hediye ettiği küçük, ikinci katına önemli ama yaşayan, alt katına ise ölülerini sakladığın sandığına açıp bakacaksın. ''Saç telleri çürür mü anne*''diye sorduğun sorular gelecek aklına. O oyuncak bebekler için  yapılmış ve bir sürü çocuğun oyunlarında bebeklerini ısıttığı, pembeli beyazlı, elde dikilmiş o küçücük yorganın içinde arayacaksın o yastıktan topladığın saç tellerini...Arada hala yanıp yanmadığını  kontrol edeceksin, harçlıklarını biriktirip pazardan alıp hediye ettiğin gece lambasını..Ve çocukken sana sihirliymiş gibi geldiği için heyecanlanıp çok istediğin, ve hiç tahmin etmediğin kadar kolay elde ettiğin üstüne bir de; ''Çocuk işte bunla bile sevindi'. ' denilen, şanslı olmak istediğin günlerde kimse görmeden cebine koyduğun  o köşesi kırık avize kristalini kadife torbasından çıkarıp okşayacaksın tekrar.. Vee hırkalar giyeceksin. Hani o başka evlerde dolapların derinlerine saklanan; sendeyse gözün her an görebileceği yerlerde tuttuğun hırkalarını. Yemeniler bağlayacaksın boynuna bir damla gözyaşı gülümseyeceksin. Yüzün makyajlı kendine son bir kez daha bakıp iyi göründüğüne ikna olduktan sonra kristal sihrini gösterecek. Dışarı çıktığında gün ışığı gözlerinin içine battıkça iyice idrak edeceksin bir kez ve bir kez daha. Ömrüne ömür katıldı senin. Bunun sonu yok anlasana...
Ama ben çocukluğundan beri kulağımda çınlayan ''kat be kat ömürlü'' olmayı  istemiyorum  Bu kadarı yeter.



                                                             



Bana, bize ömür katanların anısına...
Büyüyorum sizinle..





   





Fotoğraf 1: Virginia Wolf
Fotoğraf 2: Sylvia Plath  
Fotoğraf 3 : Yukarı Bak filminden

15 Kasım 2012 Perşembe

Lanetliymişçesine; Unuttuğunu sanmak

Evet ne diyorduk ya da demiyorduk...
Bu güne dek üzerinde ciddi ve kale alınması gereken insanlar tarafından  araştırmalar yapılmış; bir o kadar da hurafeler uydurulmuş rüyalar ve onları tetikleyen bilinçaltı dediğimiz şey. Üstünde çokça konuşulmuş, testler yapılmış ancak ne hikmetse yaşadığımız çağda bile hakkında bir genelleme yapılamayan klasik söylemle buz dağının altında bizi her gözümüzü yumduğumuzda yüzdüren evren. Nefesimiz o kadar kuvvetli ki bazen saatlerce kalabiliyoruz o sularda ya da denildiği gibi zaman hissedilen kadar uzun değil..

Benim rüyalarım lanetliymişim gibi her sabah uyandığımda doğrusu uyanamadığımda  beni güçsüzleştiriyor. Çoğumuz aynı şeyi söyleriz günlük konuşma diliyle: Sabah aklımdaydı ama şimdi unuttum. O şimdi hiç geçmez sanırsın ama geçer ve hatırlarsın yeniden ve yeniden. Bazen üs tüste aynı insanları, aynı ölüleri, aynı yaşanmışlıkları tekrar tekrar görürsün... Ha bir de hep sonunu getirmek istediğin ama bütün bir gün uyusan da sonunu asla göremediklerin vardır. Uyandığında her yanını kilit altına almıştır ki kıpırdayamaz o yataktan asla çıkamayacakmış gibi hissedersin...

Dedim ya benim rüyalarım lanetli ve bazı günler kendimi oyalamak için ne yapsam onları unutmak mümkün olmuyorum. tehlikeli olan da bu sanırım. ''Hayırdır inşallah de geç der büyüklerimiz. Mümkün olsa keşke. Bir polisin seni durduğu , tereddüt edeceğin hiçbir şey olmamasına rağmen o an  suçluymuşsun gibi hissettirdiği anda, geçirdiğin şokun  ardından, serbest kaldığında ve arkanı dönüp bir iki adım yürüdükten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmek gibi olsa keşke...

Kurtulmalı bu hallerden demek çabalamak da boş ve sanırım ender yorumlarımdan biri olacak ama; biz böyle yaradılmışız...

Daha fazla kafa karıştırmadan, deşifre etmeden, yazılacak bir sürü şey olmasına rağmen şimdilik bu kadar diyorum..

Ve biliyorum ki bu yazdıklarıma az çok göz atan herkesin sıkça söylediğim gibi geri beslemeleri olacaktır. Umarım iyi olanlar bulur sizi, mutsuz edecekler için şimdiden özür diliyorum.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Biri Beni Gözetliyor


Bir kitapta okumuştum sanırım lisede felsefe ders kitabıydı. İnsanın geçmişini silebilmesi için ya aklını kaybetmesi ya da ölmesi gerektiği yazıyordu.. Ben bir seçeneğe daha şahit oldum elektroşok... Ancak zaman geçtikçe üzerinden elektroşokun; puslu puslu yine hatırlanmaya başlıyorbazı yaşananlar. Seçme şansın yok neyi hatırlayacağını; bence güzel çünkü yaşayan etkilenmemeli bu durumdan iyi olmaya çalışrken; ancak yanındakilerin yaşadığı ve silinemeyen hafıza için ne yapılabilir gerçekten bilmiyorum..Tek cevap bence metanet.

İnsan beyni bazı durumları hatırlamayı red edermiş, yani geriye döndürecek bir uyaran olmadığı sürece. Koku, şarkı, bir söz, rüya, yaşadıklarının benzerlerini yaşamak ve aynı hislere kapılmak bunu gibi...

Benim geri beslemelerim en çok rüyalarımda ve seyrek de olsa yaşanan tekrarlarımda... Oyun diyorum bazen bunlara; basitçe bir oyun ve basit bir sonu var ölüm... Anlamları sorguluyorum. Etrafımdaki insanları, amaçları ve sonuçları. Koşmalı mı yoksa yavaş yavaş yürümeli mi?... Vee tabi ki İstanbul'u bi de şu ayraç tuşunun bana gıcığı nedir onu . Bir türlü ilk seferde başaramıyorum hep 2 çıkıyo bastığımda...

Ara Not: Ve tam da şu an yağmur sesini, kokusunu daha iyi duymak için açtığım penceremi kaparken bir şeye şahit oldum biri beni gözetliyor...

Rüya insanı aldatır demiştim ya daha önce; bu aralar çok fazla uyuduğumdan olsa gerek yemek yedim mi yemedim mi? Gibi şeyler de gün içinde beni aldatıyor. Notlar alıyorum şunu yaptım bunu yapmadım diye...

Bu arada bir de son zamanlarda yazdıklarımı pek sevmiyorum ama yine de yayınlıyorum şu takıldığım durum baca temizlemeye çok ihtiyacım var sanırım... Gerçi herkesin var da, önce kendisine itiraf edebilmeli insan. Yaradılışımızda yanlızlık yok bizim... O kalabalıklar içinde yanlızım hikayesi de kandırmaca aslında öyle bir yanlızlık da yok. Olmuş gibi hisseden varsa da kendini anlayan biri olmadığını düşünendir ki illa birleri avrdır anlayan, kendini anlatmak gerek.
İşin aslı şu ki; yanlızlık bazen iyidir, kafa karışıklığı, düşünce uçuşması, tek başına ya da sıcak bir omuzda ağlamak,olmayan şeyleri görmek, ağrılar, sancılar iyidir kendine getirir seni seversin, aşkını hatırlarsın, kapattığını sandığın pencerelerinin hepsi birer birer açılır dans edersin kahve içer üşürsün İstanbul ağlar senin gözlerin şişer ...

4 Kasım 2012 Pazar

Hortlak

Biliyorum şimdiye dek yazdıklarım oldukça iç karartıcı  ama Yalom'un Nietzsche'ye dedirttiği gibi işimiz baca temizleme, bazen kendi bacanı bazen dostlarınkini...

Çocuktu daha doğrusu ergenlik adımları; çok şey kaybetti ... Ölümler, aşklar ve dostluklar sanırım bu kadarı yeterliydi ancak bir şey daha oldu bunları takip eden bir şey daha vardı sağlık...

''Beyninde fazla elektrik var...'' ama açıklaması yok kimse tam anlatamadı, o da anlayamadı zaten...
Tek korktuğu ölümdü çünkü yüzleşmişti nasıl bir şey olduğuyla daha önce ve kendisi için değil, geride bırakacakları için korkuyordu. Onların kaybedilenlerden sonra yaşadıkları her günün nasıl kanırttığını görmüştü... Yaralar geçmedi ama alışır insan derler ya öyle oldu işte...

Geçti nasıl oldu anlamadı ama birden herşey yoluna giriverdi evet aşk yoktu, dostların çoğu terki diyarda ama artık sağlık vardı sonrası da geldi zaten...
Derken birdenbire yeniden tam manasıyla hortladı elektrik, zorlamaya başladı beynini önce ufak sonra büyük ve daha büyük nöbetler. Aklı daha çok karışmaya başladı geçmişe dönüp durdu okuduğu kitaplarda, kısa bir ezgide, tek bir kelimede ve etrafındakilerin gözlerinde. Utandı ağladı...
Çocuktu şimdi eşşek kadar oldu hala ağlıyor içinde biriktirdiği hırs daha da büyümüş ve 'ben iyiyim bakın işte karşınızdayım' demek için beklediği günler o hep alay eden laflar,dedikodular yeniden alevlenmiş gibiydi ama bu demek değildi ki hortlaklar ölmez. Şimdi hortlayanlar yenik düşmek üzere.


Çocuktu şimdi 27 yaşında hortlakları o doğurmadı ama sanırım öldürmesini biliyor artık...


Not: Yukarıdaki resim ismini öğrenemediğim bir çocuk tarafından nöbet geçirdiği zamanlarda yapılmıştır.Nöbet geçiren çocuklara atfen...