16 Ocak 2012 Pazartesi

adı İstanbul


Uzun bacaklı, dar pantolonlu, kısa ceketli,mahalle arası çocukları.. saçları kısadır jöleli hatta televizyondan değil Taksim’de gördüklerinden, onlardan olmayanlardan yani onlara göre ötekilerden görmüşlerdir böyle olmayı. İnternet kafe, duvar üstleri, tekel önleri sohbet alanlarıdır. Yaşları tutsun tutmasın araba kullananlar geceleri özellikle hoşlandıkları kızların evlerinin önlerinde müziği sonuna kadar açıp gezerler ya da yaşadıkları semtin çarşısında ki bu da piyasa yapmaktır. Hepsi çocuk değil tabii ki ağabeyleri, babaları, çalıştıkları yerlerin sahipleri, onlar da sokaktadır. Hep köşe başlarında, kahvelerde, sokak aralarında karşılarlar bizi her sokağa çıktığımızda.3 yıldır bu semtte aynı caddede yaşamama rağmen bir tek bakkal var tanıdığım selamlaştığım param bittiğinde gidip veresiye sigara alabildiğim.Cadde boyu dükkanlardakiler hep yabancı her gün görmelerine rağmen yabancı. Bazen bir gürültü kopar sokakta birileri çığlık atar sonrası kızılca kıyamet televizyonun sesini kısar anlamaya çalışırız noluyor acaba diye, sonra renkli ışıklar vurur pencereye sesler kesilir. Bazen uykularımız bölünür; unutamadığım bir gece sabah 4 civarıydı sanırım öyle bir yalvarış sesiyle uyandım ki ‘abi vurma nolur yapma nolur’ diye yalvaran bir çocuğa vuruş seslerini duyuyordum sanki bana vuruyorlarmış gibi canım acıyordu, kilitlenip kaldım telefonu elime alıp polisi arayamadım sadece dua edebildim nolur bişiy olmasın ona diye ve ertesi günlerde sokakta gördüğüm genç çocukların yüzlerine baktım yara bere izi olanlar var mı diye gidip özür dilemek istedim hep duydum ama kıpırdayamadım korktum dua ettim ama bişiy yapamadım…
Yaz başlayınca kadınlar da sokakta yaşamaya başlar kapı önü muhabbetleri yüksek sesle sohbet ve tabii vazgeçilmez çekirdek.. Seyyar satıcıların sesleri uyandırır sabahları hele o simitçinin sesini burada herkes tanır simit demez garip sesler çıkarır eğlencelidir çıkardığı sesler ama simit sattığına dair hiçbirşey anlaşılmaz söylediklerinden.Ben yokuşun başladığı yerde oturuyorum ince bir çizgi aslında burası aşağısı ve yukarısı hep söylendiği gibi işte. Aşağılarda çığlıklar daha yüksek yumruklar daha fazla kan daha fazla …
Aslında şimdiye kadar anlattıklarım burasını cehennemmiş gibi tanımladı. Bir de diğer tarafı var bu yerin çocuklar hala oyun oynar mesela burada. Sokaklar otopark gibi olduğu için özellikle saklambaç için çok elverişlidir .. Sonra bir sürü kedi vardır biz onları besleriz. Pencereme guguççuklar gelir tık tık uyanırım. Evler o kadar yakındır ki şahit olursun; bazen bi karı koca kavgası bazen bir annenin çocuğuna güzel güzel seslenişi tabi özellikle yazın camlar açıkken birbirine karışan televizyon sesleri… Gece yarısı yüksek sesle çizgi film izleyen birini, uyarmak zorunda kalabilirsin ‘televizyonun sesini kısar mısınız?’ diye 4 kez tekrarladıktan sonra ancak duyulur ve pardon cevabından sonra televizyonun sesi kısılır. Sonra sabahın başka bir köründe sokakta yürüyen bir adamın abi köprüdeyim çok trafik var gecikicem sözlerini duyup yatak içinde katıla katıla gülebilirsin. Belki bu kadar iç içeymiş gibi olan benim sokakla …
Arkadaşlarım da var burada benim okuldan Ankara’dan bi hevestir geldik yerleştik bu mahalleye bi alt sokağımda oturuyor onlar ve evlerine giden yolda çok dik uzun merdivenler var ordan inerken ya da çıkarken arkama dönüp baktığımda gerçekten İstanbul’da olduğumu hissediyorum. Birbirine yaslı yüksek binalar ve biz en altta oturanlar göçük altında kalmaya mahkum. Pencerelerimizde demir parmaklıklar sokaktan korkanlar.
Ben küçük bir Trakya kasabasında büyüdüm okuduğum şehir Ankara da bu kadar keşmekeş değildi. Bir yandan alışığım sokakta olmaya çünkü sokakta bahçede oyunla büyüdüm. Bir yandan da korkuyorum artık gördükçe duydukça ..sanırım sevmediğimi düşündüğüm demir parmaklıkları bile sevmeye başladım. Evdeki yalnızlığımı korudukları için belki de…
İşte bu kısaca tanıttığım semt sadece adı İstanbul olan bir çok semtten farkı olmayan yer...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder