Uzun
bacaklı, dar pantolonlu, kısa ceketli,mahalle arası çocukları.. saçları kısadır
jöleli hatta televizyondan değil Taksim’de gördüklerinden, onlardan
olmayanlardan yani onlara göre ötekilerden görmüşlerdir böyle olmayı. İnternet
kafe, duvar üstleri, tekel önleri sohbet alanlarıdır. Yaşları tutsun tutmasın
araba kullananlar geceleri özellikle hoşlandıkları kızların evlerinin önlerinde
müziği sonuna kadar açıp gezerler ya da yaşadıkları semtin çarşısında ki bu da
piyasa yapmaktır. Hepsi çocuk değil tabii ki ağabeyleri, babaları, çalıştıkları
yerlerin sahipleri, onlar da sokaktadır. Hep köşe başlarında, kahvelerde, sokak
aralarında karşılarlar bizi her sokağa çıktığımızda.3 yıldır bu semtte aynı
caddede yaşamama rağmen bir tek bakkal var tanıdığım selamlaştığım param
bittiğinde gidip veresiye sigara alabildiğim.Cadde boyu dükkanlardakiler hep
yabancı her gün görmelerine rağmen yabancı. Bazen bir gürültü kopar sokakta
birileri çığlık atar sonrası kızılca kıyamet televizyonun sesini kısar anlamaya
çalışırız noluyor acaba diye, sonra renkli ışıklar vurur pencereye sesler
kesilir. Bazen uykularımız bölünür; unutamadığım bir gece sabah 4 civarıydı
sanırım öyle bir yalvarış sesiyle uyandım ki ‘abi vurma nolur yapma nolur’ diye
yalvaran bir çocuğa vuruş seslerini duyuyordum sanki bana vuruyorlarmış gibi
canım acıyordu, kilitlenip kaldım telefonu elime alıp polisi arayamadım sadece
dua edebildim nolur bişiy olmasın ona diye ve ertesi günlerde sokakta gördüğüm
genç çocukların yüzlerine baktım yara bere izi olanlar var mı diye gidip özür
dilemek istedim hep duydum ama kıpırdayamadım korktum dua ettim ama bişiy
yapamadım…
Yaz
başlayınca kadınlar da sokakta yaşamaya başlar kapı önü muhabbetleri yüksek
sesle sohbet ve tabii vazgeçilmez çekirdek.. Seyyar satıcıların sesleri
uyandırır sabahları hele o simitçinin sesini burada herkes tanır simit demez
garip sesler çıkarır eğlencelidir çıkardığı sesler ama simit sattığına dair
hiçbirşey anlaşılmaz söylediklerinden.Ben yokuşun başladığı yerde oturuyorum
ince bir çizgi aslında burası aşağısı ve yukarısı hep söylendiği gibi işte.
Aşağılarda çığlıklar daha yüksek yumruklar daha fazla kan daha fazla …
Aslında
şimdiye kadar anlattıklarım burasını cehennemmiş gibi tanımladı. Bir de diğer
tarafı var bu yerin çocuklar hala oyun oynar mesela burada. Sokaklar otopark
gibi olduğu için özellikle saklambaç için çok elverişlidir .. Sonra bir sürü
kedi vardır biz onları besleriz. Pencereme guguççuklar gelir tık tık uyanırım.
Evler o kadar yakındır ki şahit olursun; bazen bi karı koca kavgası bazen bir
annenin çocuğuna güzel güzel seslenişi tabi özellikle yazın camlar açıkken
birbirine karışan televizyon sesleri… Gece yarısı yüksek sesle çizgi film
izleyen birini, uyarmak zorunda kalabilirsin ‘televizyonun sesini kısar
mısınız?’ diye 4 kez tekrarladıktan sonra ancak duyulur ve pardon cevabından
sonra televizyonun sesi kısılır. Sonra sabahın başka bir köründe sokakta
yürüyen bir adamın abi köprüdeyim çok trafik var gecikicem sözlerini duyup
yatak içinde katıla katıla gülebilirsin. Belki bu kadar iç içeymiş gibi olan
benim sokakla …
Arkadaşlarım
da var burada benim okuldan Ankara’dan bi hevestir geldik yerleştik bu
mahalleye bi alt sokağımda oturuyor onlar ve evlerine giden yolda çok dik uzun
merdivenler var ordan inerken ya da çıkarken arkama dönüp baktığımda gerçekten
İstanbul’da olduğumu hissediyorum. Birbirine yaslı yüksek binalar ve biz en
altta oturanlar göçük altında kalmaya mahkum. Pencerelerimizde demir
parmaklıklar sokaktan korkanlar.
Ben küçük
bir Trakya kasabasında büyüdüm okuduğum şehir Ankara da bu kadar keşmekeş
değildi. Bir yandan alışığım sokakta olmaya çünkü sokakta bahçede oyunla
büyüdüm. Bir yandan da korkuyorum artık gördükçe duydukça ..sanırım sevmediğimi
düşündüğüm demir parmaklıkları bile sevmeye başladım. Evdeki yalnızlığımı
korudukları için belki de…
İşte bu
kısaca tanıttığım semt sadece adı İstanbul olan bir çok semtten farkı olmayan
yer...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder