23 Aralık 2012 Pazar

parlement sinema klübü

Gece hava karlıydı, sabah uyandığımda evin her yanı ışıl ışıl. Rüya mı gerçek mi derken sabah güneşi evimizin ortasına dek süzülmüştü. Hava hala çok soğuk ama yine de pencereler açılmalı, bir de hava dolmalıydı içeriye. dün geceki pati izleri yoktu karşı duvarda dudak büktüm kar erimişti . Güneşe mi sevindim ben kara mı üzüldüm? ...
Biraz temiz hava ve yürüyüş iyi geldi. Daha bir dikkatli baktım yürüdüğüm yollara. 30 senedir aynı şeyi yapan insanlar vardı. Ve tabii birilerinin yerini doldurmuş olanlar. Bazı dükkanların yeri değişmiş, kapanmış, şekil değiştirmiş ama bazıları ciddi ciddi yaşımdan büyük tüm yaşanmışlıklarıyla karşımdaydı. Bakkala girdim sigara   istedim yokmuş. Başka bir yer gösterdiler. ''Şu abinin dükkanı var ya ona git.'' Peki dedim. Karşıdan baktım çok yabancı bir yer derken camların buğusundan tabelanın değişikliğinden tanıyamadığımı farkettim, gitmeye çok alışık olduğum bir yer değildi zira küçükken dinlemeyi çok sevdiğim, babamın gençliğinden kalma kasetlerin arasında bulmuştum o dükkan sahibinin hikayesini. Babam kendi sesiyle kaydetmişti. O dükkandaki biri katildi ya da ona çok yakın biri ama kimdi? Bir cinayetten ve durumun nasıl örtbas edildiğinden bahsediyordu babam. Ama sorsam da hiç anlatmadı bana, belki şimdi anlatır. 
Tabii sabah sabah ya katil bu adamsa? Ama çok ton ton, beyaz saçlı bir amca, ama düşün sen o dükkanın önünden her geçtiğinde sana  ters ters bakardı sen de her seferinde evet kesşn bu adam derdin onun bakışlarını gördükçe , of kafam çok karıştı, sigaraları alıp çıktım . Yoluma devam ederken başka şeyler takıldı gözüme. Dün gece nöbetçi eczanedeki abi gözleri açılmamış sigara içmeye çalışıyor eczanenin önünde, selamlaştık. Koşturan insanlar sanki bir tek büyük şehirlerde var gibi oluşmuş algım bir kez daha kırıldı ve hatırladım özellikle öğrenci ve öğretmenleri görünce; annemle okul yolunda, geç kalmamak için nasıl koşturduğumuzu. Hani ''hadi kızım yat kızım'' derken onlar bana ben Parlement Sinema Klübü filmlerini izlerdim. Eh bütün hafta beklemişiz daha müziği duyulur duyulmaz ablamla gözlerimizin içi parlar, birbirimize bakar koşardık televizyonun olduğu odaya. Azar işiteceğimizi bile bile izlerdik. Malum ertesi gün okulda ben esnerken annem benim öğretmenim olarak karşımda, aynı şekilde ablam esnerken de babam onun öğretmeni olarak  karşısında. Sınıf içinde zaman zaman işitilen ve merak konusu olan iğneli laflar dışında bir sonraki pazar gecesine kadar durum unutulurdu.
Malumunuz dünden bahsederken düşünceler oradan oraya atlar ve hangisini yazacağını şaşırır insan. Ben cümlelerimi  bulandırmadan, okuyanları yormadan diyorum ki küçük şehrimin hikayeleri hiç bitmeyecek. Dünden bugüne varolmuş, kaybolmuş ve hala varolan herkese Günaydın 

13 Aralık 2012 Perşembe

Kaybolursunuz

Son günlerde yaşanan manidar denecek kadar olumlu gelişmeler sayesinde bu gece yazmaya cesaret edebildim. Aslında durum klasik olarak çelişkili. Bir yandan önemsendiğini hissederken bir yandan günlük hayattaki yalanların, geçiştirmelerin bana göre ne kadar gereksiz olan egonun ağzından çıkan laflar olduğunu, bir kez daha anlarsın ve neden bana yalan söylesin ki sorusunu tekrarlarsını. Anladım ki hayatında yaptıklarından işlerden, aşktan, toplumsal yerinden memnun olmayan bir çok kişi masumiyeti bir çırpıda ve kolaylıkla harcayabiliyorlar. Hah bunu yeni mi anladım ? Hayır tabii ki. Ama sindirememiştim ki artık onun da olmasını sağladılar. Tabii ki ben yine aynı ben olarak kalıcam. Bunu şimdiye dek başardıysam, şimdiden sonra da yapabileceğime inanıyorum. Beni gerçekten tanıyan arkadaşlarımın yıllar sonra buluşup aynı masada sohbet ederken ''Kaç yıl oldu gittin geldin bir sen değişmedin'' sözlerini hiç unutmıycam.. Daha çok yara alıp bir kez daha hatırlıycam bu sözleri.. Olsun git gel hayatıma yeni anlamlar katmaya devam ederken ben egoyu seçenlere basitçe ve sadece şunu söylüyorum. Aman dikkat kaybolursunuz.

5 Aralık 2012 Çarşamba

isimsiz dosya


İsimsiz bir dosya buldum bugün bilgisayarımda, böyle bir şey yazdığımı hatırlamıyorum  ama sanki öyle i _miş gibi 




yarım kalmak ne kadar  biçimsiz değil mi?
yarıdan doğmak...
ikinci buluşma ne saçma;
yalandan ibaret
ben inkar edeyim
sen inkar et
birbirimizi tartalım sıkılalım
laf çakalım yarım ağaz
canımı acıt
canını acıtayım
birimizin canı daha fazla yansın
isyan çıksın tüm güvertede
gemiler yansın
kaptan olan yalnız kalsın...
tereddütlerimiz olsun konuşurken
söyleyelim
sonra pişman olalım
farkında olmayalım
yarıdan yalan doğuralım
sen beni kandır istemeden
ben inanırım
ben seni kandırim
sen kan
sana sevgili anlatim uzun uzun
görmeden tanı gülümsememi
bana sevgilini anlat uzun uzun
farkına varayım gülüşünün
yeniden utan bana bakıp
yeniden gelip
yeniden kaç
soluğun kesilsin,yüzün kızarsın

kuşkuların büyüsün 
sen büyü
beni büyüt....

25 Kasım 2012 Pazar

YANILGI






ESKİDEN DÜNYADAKİ EN KÖTÜ HİSSİN, SEVDİĞİN BİRİNİ KAYBETMEK OLDUĞUNU SANIRDIM...AMA YANILMIŞIM....
DÜNYADAKİ EN KÖTÜ HİS KENDİNİ KAYBETTİĞİNİ FARK ETTİĞİN ANDA HİSSETTİKLERİNMİŞ...

22 Kasım 2012 Perşembe

Kat be kat ömürlü olsun ...


Geçmiş yaşanmışlıklarımızı buruşturup bir sandığın içine tıktıysak tabiri caizze ki vay halimize.. Bir gün öyle bir şey olur ki sandığın kilidini kırmak zorunda kalırsın. Hani anahtarını akarsuya attığın kilidi. Hadi açtın sandığı, öyle boş bakışlarla durmamalı karşısında dök odanın ortasına, oku tek tek buruşturduklarını. Ama bu kez düzenli bir şekilde katlayıp yerleştir, bir de daha sağlam kilidi  olan belki daha güzel görünümlü bir sandık olsun bu seferki. Sandıkları olsun herkesin kimsenin göremeyeceği, bazen arasan, senin bile nereye sakladığını unutacağın yerlerde.Yaşadıkça sen ve öldükleri için  senin ömrüne ömür katanlar oldukça, çoğalacak sandıkların sakın korkma. Bir gün sen de ömür katacaksın birlerinin hayatlarına ama umut da kat. Rüyalarına gir toprakta çürüsen de güzel görün onlara..
Şimdi savuruken yağmur insanları, loş odanda soğuğa rağmen ve inat, açıkken penceren, sevgilinin seni henüz tanımaya çalışırken bir satıcının önerisine uyup sana hediye ettiği küçük, ikinci katına önemli ama yaşayan, alt katına ise ölülerini sakladığın sandığına açıp bakacaksın. ''Saç telleri çürür mü anne*''diye sorduğun sorular gelecek aklına. O oyuncak bebekler için  yapılmış ve bir sürü çocuğun oyunlarında bebeklerini ısıttığı, pembeli beyazlı, elde dikilmiş o küçücük yorganın içinde arayacaksın o yastıktan topladığın saç tellerini...Arada hala yanıp yanmadığını  kontrol edeceksin, harçlıklarını biriktirip pazardan alıp hediye ettiğin gece lambasını..Ve çocukken sana sihirliymiş gibi geldiği için heyecanlanıp çok istediğin, ve hiç tahmin etmediğin kadar kolay elde ettiğin üstüne bir de; ''Çocuk işte bunla bile sevindi'. ' denilen, şanslı olmak istediğin günlerde kimse görmeden cebine koyduğun  o köşesi kırık avize kristalini kadife torbasından çıkarıp okşayacaksın tekrar.. Vee hırkalar giyeceksin. Hani o başka evlerde dolapların derinlerine saklanan; sendeyse gözün her an görebileceği yerlerde tuttuğun hırkalarını. Yemeniler bağlayacaksın boynuna bir damla gözyaşı gülümseyeceksin. Yüzün makyajlı kendine son bir kez daha bakıp iyi göründüğüne ikna olduktan sonra kristal sihrini gösterecek. Dışarı çıktığında gün ışığı gözlerinin içine battıkça iyice idrak edeceksin bir kez ve bir kez daha. Ömrüne ömür katıldı senin. Bunun sonu yok anlasana...
Ama ben çocukluğundan beri kulağımda çınlayan ''kat be kat ömürlü'' olmayı  istemiyorum  Bu kadarı yeter.



                                                             



Bana, bize ömür katanların anısına...
Büyüyorum sizinle..





   





Fotoğraf 1: Virginia Wolf
Fotoğraf 2: Sylvia Plath  
Fotoğraf 3 : Yukarı Bak filminden

15 Kasım 2012 Perşembe

Lanetliymişçesine; Unuttuğunu sanmak

Evet ne diyorduk ya da demiyorduk...
Bu güne dek üzerinde ciddi ve kale alınması gereken insanlar tarafından  araştırmalar yapılmış; bir o kadar da hurafeler uydurulmuş rüyalar ve onları tetikleyen bilinçaltı dediğimiz şey. Üstünde çokça konuşulmuş, testler yapılmış ancak ne hikmetse yaşadığımız çağda bile hakkında bir genelleme yapılamayan klasik söylemle buz dağının altında bizi her gözümüzü yumduğumuzda yüzdüren evren. Nefesimiz o kadar kuvvetli ki bazen saatlerce kalabiliyoruz o sularda ya da denildiği gibi zaman hissedilen kadar uzun değil..

Benim rüyalarım lanetliymişim gibi her sabah uyandığımda doğrusu uyanamadığımda  beni güçsüzleştiriyor. Çoğumuz aynı şeyi söyleriz günlük konuşma diliyle: Sabah aklımdaydı ama şimdi unuttum. O şimdi hiç geçmez sanırsın ama geçer ve hatırlarsın yeniden ve yeniden. Bazen üs tüste aynı insanları, aynı ölüleri, aynı yaşanmışlıkları tekrar tekrar görürsün... Ha bir de hep sonunu getirmek istediğin ama bütün bir gün uyusan da sonunu asla göremediklerin vardır. Uyandığında her yanını kilit altına almıştır ki kıpırdayamaz o yataktan asla çıkamayacakmış gibi hissedersin...

Dedim ya benim rüyalarım lanetli ve bazı günler kendimi oyalamak için ne yapsam onları unutmak mümkün olmuyorum. tehlikeli olan da bu sanırım. ''Hayırdır inşallah de geç der büyüklerimiz. Mümkün olsa keşke. Bir polisin seni durduğu , tereddüt edeceğin hiçbir şey olmamasına rağmen o an  suçluymuşsun gibi hissettirdiği anda, geçirdiğin şokun  ardından, serbest kaldığında ve arkanı dönüp bir iki adım yürüdükten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmek gibi olsa keşke...

Kurtulmalı bu hallerden demek çabalamak da boş ve sanırım ender yorumlarımdan biri olacak ama; biz böyle yaradılmışız...

Daha fazla kafa karıştırmadan, deşifre etmeden, yazılacak bir sürü şey olmasına rağmen şimdilik bu kadar diyorum..

Ve biliyorum ki bu yazdıklarıma az çok göz atan herkesin sıkça söylediğim gibi geri beslemeleri olacaktır. Umarım iyi olanlar bulur sizi, mutsuz edecekler için şimdiden özür diliyorum.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Biri Beni Gözetliyor


Bir kitapta okumuştum sanırım lisede felsefe ders kitabıydı. İnsanın geçmişini silebilmesi için ya aklını kaybetmesi ya da ölmesi gerektiği yazıyordu.. Ben bir seçeneğe daha şahit oldum elektroşok... Ancak zaman geçtikçe üzerinden elektroşokun; puslu puslu yine hatırlanmaya başlıyorbazı yaşananlar. Seçme şansın yok neyi hatırlayacağını; bence güzel çünkü yaşayan etkilenmemeli bu durumdan iyi olmaya çalışrken; ancak yanındakilerin yaşadığı ve silinemeyen hafıza için ne yapılabilir gerçekten bilmiyorum..Tek cevap bence metanet.

İnsan beyni bazı durumları hatırlamayı red edermiş, yani geriye döndürecek bir uyaran olmadığı sürece. Koku, şarkı, bir söz, rüya, yaşadıklarının benzerlerini yaşamak ve aynı hislere kapılmak bunu gibi...

Benim geri beslemelerim en çok rüyalarımda ve seyrek de olsa yaşanan tekrarlarımda... Oyun diyorum bazen bunlara; basitçe bir oyun ve basit bir sonu var ölüm... Anlamları sorguluyorum. Etrafımdaki insanları, amaçları ve sonuçları. Koşmalı mı yoksa yavaş yavaş yürümeli mi?... Vee tabi ki İstanbul'u bi de şu ayraç tuşunun bana gıcığı nedir onu . Bir türlü ilk seferde başaramıyorum hep 2 çıkıyo bastığımda...

Ara Not: Ve tam da şu an yağmur sesini, kokusunu daha iyi duymak için açtığım penceremi kaparken bir şeye şahit oldum biri beni gözetliyor...

Rüya insanı aldatır demiştim ya daha önce; bu aralar çok fazla uyuduğumdan olsa gerek yemek yedim mi yemedim mi? Gibi şeyler de gün içinde beni aldatıyor. Notlar alıyorum şunu yaptım bunu yapmadım diye...

Bu arada bir de son zamanlarda yazdıklarımı pek sevmiyorum ama yine de yayınlıyorum şu takıldığım durum baca temizlemeye çok ihtiyacım var sanırım... Gerçi herkesin var da, önce kendisine itiraf edebilmeli insan. Yaradılışımızda yanlızlık yok bizim... O kalabalıklar içinde yanlızım hikayesi de kandırmaca aslında öyle bir yanlızlık da yok. Olmuş gibi hisseden varsa da kendini anlayan biri olmadığını düşünendir ki illa birleri avrdır anlayan, kendini anlatmak gerek.
İşin aslı şu ki; yanlızlık bazen iyidir, kafa karışıklığı, düşünce uçuşması, tek başına ya da sıcak bir omuzda ağlamak,olmayan şeyleri görmek, ağrılar, sancılar iyidir kendine getirir seni seversin, aşkını hatırlarsın, kapattığını sandığın pencerelerinin hepsi birer birer açılır dans edersin kahve içer üşürsün İstanbul ağlar senin gözlerin şişer ...

4 Kasım 2012 Pazar

Hortlak

Biliyorum şimdiye dek yazdıklarım oldukça iç karartıcı  ama Yalom'un Nietzsche'ye dedirttiği gibi işimiz baca temizleme, bazen kendi bacanı bazen dostlarınkini...

Çocuktu daha doğrusu ergenlik adımları; çok şey kaybetti ... Ölümler, aşklar ve dostluklar sanırım bu kadarı yeterliydi ancak bir şey daha oldu bunları takip eden bir şey daha vardı sağlık...

''Beyninde fazla elektrik var...'' ama açıklaması yok kimse tam anlatamadı, o da anlayamadı zaten...
Tek korktuğu ölümdü çünkü yüzleşmişti nasıl bir şey olduğuyla daha önce ve kendisi için değil, geride bırakacakları için korkuyordu. Onların kaybedilenlerden sonra yaşadıkları her günün nasıl kanırttığını görmüştü... Yaralar geçmedi ama alışır insan derler ya öyle oldu işte...

Geçti nasıl oldu anlamadı ama birden herşey yoluna giriverdi evet aşk yoktu, dostların çoğu terki diyarda ama artık sağlık vardı sonrası da geldi zaten...
Derken birdenbire yeniden tam manasıyla hortladı elektrik, zorlamaya başladı beynini önce ufak sonra büyük ve daha büyük nöbetler. Aklı daha çok karışmaya başladı geçmişe dönüp durdu okuduğu kitaplarda, kısa bir ezgide, tek bir kelimede ve etrafındakilerin gözlerinde. Utandı ağladı...
Çocuktu şimdi eşşek kadar oldu hala ağlıyor içinde biriktirdiği hırs daha da büyümüş ve 'ben iyiyim bakın işte karşınızdayım' demek için beklediği günler o hep alay eden laflar,dedikodular yeniden alevlenmiş gibiydi ama bu demek değildi ki hortlaklar ölmez. Şimdi hortlayanlar yenik düşmek üzere.


Çocuktu şimdi 27 yaşında hortlakları o doğurmadı ama sanırım öldürmesini biliyor artık...


Not: Yukarıdaki resim ismini öğrenemediğim bir çocuk tarafından nöbet geçirdiği zamanlarda yapılmıştır.Nöbet geçiren çocuklara atfen...

10 Ekim 2012 Çarşamba

Süpür Gitsin




Karşın pencereden yüzüme yansıyan, gündüzün bittiğini haber veren ışık gölgemi gösterdi bana. Saçlarım uçuşuyormuş tel tel . Esen rüzgardan hafif sallanan ağaç dalları arasından göz kırpar gibi küçücük bir top gibi güneş. Oysa bu pencereden böyle bir şey görebileceğimi hiç düşünmemiştim. Belki de bu mevsimde bu saatlerde bakmadım hiç.. Her tarafımızı betonlarla sarılmışken bu kadar...
Camdan yansıyan güneş parçalı, kırık dökük. Şarkılarım da ben de ve sen de sevgilim ..Kış kokuyo artık , bitkin miyiz yoksa zor zamanlardan mı? Şimdi daha bi iliklerine işliyo alaca karanlık, ezgiler...Sanki dokunsa biri paramparça dağılacakmışım gibi. Sonra süpür gitsin.
Aklımda dizeler ''insan yaşadığı yere benzermiş...'' ben de mi benzemeye başladım ya da çoktan benzedim mi.. Tabii ya kendisi ben oldum...İstanbul oldum ben çelişkili, kırık dökük, hasta ve nefes aldığını sandığın aldatan rıhtımlarıyla. Öyle çabuk geçer ki rıhtımlar 'mış' gibi kalakalırsın. Şimdi bacaklarından sızan kan seni yüzleştiriyo dünyanla, Bilincin canını yakan bıçak değil. Hadi merhaba de ağlamayı bırak sus artık tanış ol.. Herhangi bir makamdan başla şarkıya... Yedirmesen de kendine yalvar haykırarak ve bundan sonra aldığın her bir nefes için tanrıya dua et ..Sustu
***'' Çocuğum beni affet, Ahmet abi sen de affet boynu bükük duruyorsam içimden geldiği için değil, hiç değil...Ahmet Abi, güzelim bir mendil niye kanar ;diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?

***Edip Cansever Mendilimde Kan Sesleri şiirine atften

2 Ekim 2012 Salı

ay ışığında saklıdır Ailem'e


Öyle bir an gelir ki anlarsın kıymetini. Biri uykusundan adını haykırarak uyanır, koşar yanına.. Buz gibi taşta uyur gibi başında gözü yaşlı annen. Tıpkı eski günlerdeki gibi.Uyanırsın gördüğün ilk şey bulutların hızla dolunayın önünden geçisi. Sanki uyuyakalmışsın açıkhavada ve gecenin bir yarısı uyanıp gökyüzüne bakar gibi işte ordasın buz gibi taş.. İşte çekildi bulutlar görüntü gayet güzel ama bu sancılar ne hareket etmeni kısıtlayan hani güzeldi görüntü o an düşle gerçek arası kalmış meğer. Şimdiyse herşey gerçek korktun, endişelendin herkes gibi.Ve en çok canını yakan vücudundaki sancılar değil deherkes ağlamakta ardından el sallarken.. Ardından dualardır sığınılan. Nefesin kesilir ahh dersin verirsin dışarı rahatladın mı yok defalarca yapsan bunu nafile...Değiştiremezsin istesen de bir şeyi...Uykuya bile sığınamazsın kapıyı çarpıpı gitmiştir çoktan. Şimdi kitaplardır limanın ve duyulan huzursuz bir sevgili sesi uykusunun arasında seslenen ''Aşkım iyi misin''  

7 Eylül 2012 Cuma

'gayet normal'

Yazmadım yazamadım uzun zamandır ne sana ne ona ne bana. bu kez dikkat etmiycem noktalama işaretlerine büyükmüş küçükmüş harfler ne farkeder. sular dökülsün canlar yansın kanlar aksın bu gece sevgililer kavga etsin ayrılsın boşansın evliler çocuklar ziyan olsun hatta tecavüze uğrasın kadınlar. Adamlar aldatırken kalp krizi geçirsin ambulansta yine sevgilisi tutsun elini salak sevgilisi. Neden? Kadınlar aldatırken zevk alsın bu kez  çığlıklar atsın canı yansın ama yine de zevk alsın. Yaptıkları kötülüklerden vicdan azabı duysun herkes bu gece ve can yakan şarkılar dinlesinler. 100 kez aynı şarkıyı.. Takıntılı gibi. Sonra mı ? Sonra gün doğsun bak her şey mış gibi daha önce olduğu gibi her şey normal ne demekse artık normal. Ben anlamadın ya sen ya o kime göre normal şarkıdaki gibi sarhoşken bir dostun kulağına fısıldadığın gibi dedi ki normal valla gayet normal. İşte bu kadar her şey gayet normal, hatta bu yazının üstteki bir uygulamasında bile yazan normal...

20 Haziran 2012 Çarşamba

Dokuz saatte kim bilir kaç kişi?





Öğrencilik yıllarımdı. Sanki çok uzun zaman geçmiş gibi bir yandan da dün gibi aklımda her ay anne kokusunu özleyip sıkça yaptığım yolculuklar. İlk zamanlarda alışamadım o uzun yola. Dokuz saat sürüyordu . Dokuz saat git 3 gün sonra dokuz saat geri dön. Uyumak isterken bir yandan da içinden ya da kıyısından geçtiğim şehirlerin, limanların ışıkları beni cezbediyor meraktan uyku iyice uzaklaşıyordu benden. Küçük bir kitap okuma lambam vardı hatta ilk görüp aldığımda çok şaşırıp sevinmiştim. Biraz da oyuncağa benziyordu renkleri,şekli sanırım biraz da bu yüzden çok sevdim onu. Artık yolculuklarımda insanları rahatsız etmeden kitap okuyabilecektim ya da yazabilecektim.. Tabii babamın bana aldığı ki o zamanlar oldukça pahalı olan cd çalardaki müziklerimin eşliğinde. Bir süre sonra zevkli olmaya başladı yolculuklar. Biraz veda gözyaşları, biraz kitap, biraz müzik, biraz yol ,bazen kötü havalarda tedirginlik ama yine de keyifliydi.

Saat sabaha karşı dört civarında İzmit'de oluyorduk doğu izmit batı izmit adapazarı hepsi içiçe neresi nerde anlayamamıştım. Ama o saatlerde limanda hala çalışan insanlardan, büyük gemilerden oldukça etkilenmiştim ve uyuklasam da kurulu saat gibi zınk diye gözlerimi açardım ordan geçerken öyle bir şartlanma.

Sağda liman, solda bir sürü küçüklü büyüklü çarpık sıralanmış evler ve ne hikmetse o saatlerde normal şartlarda uyuması gereken onca evin ışıkları hep yanıyordu. O evlerde yaşayan insanları hayal etmeye çalışırdım. En çok gözümün önüne gelen de üzerinde pijamaları eşine el kol hareketleriyle bağıran, saçı öylesine tutturulmuş ve basit bir şekilde sarıya boyanmış yağlı saçları olan kadının tartışmanın sonunda yediği tokattan sonraki gözyaşları.
Hep düşündüm kim bilir kaç kişi mışıl mışıl uyuyor,kim bilir kaçı içkiden sigaradan gözleri kanlı ağlıyor,kim bilir kaç kişi dayak yiyor kim bilir kaç kişi delice sevişiyor ve kim bilir kaç kişi son nefesini veriyor?

Sonra uykuya dalıyorum yeniden bunları düşünürken huzursuz. Sesleri duyuyo gibiyim şöförün dinlediği trt fm . Birkaç saat daha geçiyor ve Ankara'da ilk gün ışığı yorgun gözlerimin içini yakarak selamlıyor bizi. Zorla açtığım gözlerim yanıyor ve otobüsün klimasından kurumuş boğazımı ıslatmak için aç karnıma suyu boşaltıyorum ve biraz da yüzüme sürüyorum.
Sabah 06.30 yolculuk bitti. Düşlerimden sıyrılıp gerçek dünyama geri dönüyorum.
Günaydın


30 Nisan 2012 Pazartesi

broken


Hiç bu kadar gerçek olmamıştı anlar ve bir o kadar da yalan sonrasında. 'O an' denen, herkesin yakalamaya çalıştığı yerinde saydı durdu. Bir adım ileri gidemedi ve herkes için anlamlı kılan da buydu onu.

Hiç bu kadar yalın olmamıştı yazılanlar , hiç bu kadar ani ve hesapsızca sonrasında da hiç olmadığı, olmayacağı gibi.
Kelimelerdi varlığı anlamlı kılan yaşanıyordu ve yazılıyordu o zaman hissedilerek ama şimdi 'mış' gibi herşey devam ediyormuş gibi sanki varmış, masalmış ve sonu yokmuş gibi.

Bir sonu bile olmayan bu hikayede sanırım insanlar da bir varmış bir yokmuş. Geriye kalan sözcükler, cümleler, anlamlar ve anlamsızlıklar.

Şimdi tümden mi başlansa yoktan mı ya da baştan mı sondan mı ? Bunu kimse bilemedi, bilmek istemedi, yüzleşmedi, kaçtı ve sonu olmadan yarım kaldı. İnsan yarım kaldı, yaşanmışlıklar yarım kaldı, mışlıkların içinde kaçarken ne yazık ki sözcükler yarım kaldı.


11 Nisan 2012 Çarşamba

Kokularım bugünüm olsun

                                                                                                                       12.04.2012-perşembe02.39
                                                                                                                               
Kokular uzak geçmişlere sürüklerken bugün beni öğrendim tek vazgeçemeyeceğim ve uzaklarıma ekleyemeyeceğim kokuyu. Soludum soludum doyamadım. Düşlere dalmak istedim sonra olmadı dün bugün birbirine, gece sabaha, karışırken satırlar sıralandı beynimin içinde . Yazık ki  şu an yazamıyorum.Dedim ya bu kadar içiçe geçmişken herşey zor oluyormuş anladım. Şimdi yazamamanın verdiği sancıyla uyku haplarına sarıldım. Düşlerim bugünüm olsun, kokularım bugünüm. Yeni bir güne şimdiden merhaba...

Büyük ustaya saygı bir şarkı senteziyle





Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifikte sapsarı bir akşamdı
Balık tuttuk yiyen ölür
Elimize değen ölür
Bu gemi bir kara tabut
Lumbarından giren ölür
Balık tuttuk yiyen ölür
Birden değil ağır ağır
Etleri çürür dağılır
Balık tuttuk yiyen ölür
Elimize değen ölür
Tuzla güneşle yıkanan
Bu vefalı, bu çalışkan
Elimize değen ölür
Birden değil ağır ağır
Etleri çürür, dağılır
Elimize değen ölür.
Badem gözlüm beni unut
Bu gemi bir kara tabut
Lumbarından giren ölür
Üstümüzden geçti bulut
Badem gözlüm beni unut
Boynuma sarılma gülüm
Benden sana geçer ölüm
Badem gözlüm beni unut
Bu gemi bir kara tabut
Badem gözlüm beni unut
Çürük yumurtadan çürük
Benden yapacağın çocuk
Bu gemi bir kara tabut
Bu deniz bir ölü deniz
İnsanlar ey, nerdesiniz

6 Nisan 2012 Cuma

Güle Güle evi (ne farkeder?)

Yazmaya üşendiğim günlerden biri bugün ama düşünce uçuşmalarına hakim olamıyorum. Bir ordan bir burdan iyi saatte olsun ziyretleri. Ben de twitter,blog derken Bir yazıya rastladım az önce Okan Bayülgen paylaşmış Twitter'da kanser adayıyız hepimiz diyor yazar dedesinin tedavi sürecini anlatıyor. Çok güzel cümlelerle kabalaşmadan gayet net .Oysaki ben böyle bir durumda olsam bol sansürlü bir yazı yazardım sanırım. Öyle bir hastalığım yok ama yazar haklı hepimiz birer adayız. Benim sürekli kullanmam gereken ilaçlar var. :Babamın üzerinden emekli sandığından yararlanırken işte bir durumlar oldu bağkura geçtim. Şimdi daha fazla fark ödüyorum. Yasa değişmiş yeni düzenlemeymiş  göya hepsi sgk çatısı altında eşit. Her ay yeni bir şeyle karşılaşıyorum o eczaneye girdiğimde ve bazen ilaçlarımı alamadığım oluyor. Neyse ki eczacım anlayışlı ilaçlarımı verip ödemeyi daha sonra alıyor. Ama ya hiç bir güvencem olmasaydı o ilaçları hiç kullanamasaydım. Beni de Profesör Caritat'ın Güle Güle evine mi yollayacaklardı.( Güle güle evi: topluma herhangi bir fayda sağlayamayacak duruma gelmiş insanların  görünürde yaşatıldığı yer. Ön kapıdan alıyorlar arka kapıdan tahta sandıkla çıkarıyorlar.)
Ben her ilaç alışımda düşünürüm ben böyle zorlanırken kimbilir kanser hastaları ne yapıyordur diye ve hemen dua ederim. Ya çaresizken ya da isyan ederken dua ederim . İşte bizim ülkemizde kanser gibi tedavisi pahalı hastalıklara sahip olanları Güle Güle evine gönderiyorlar. Devlet hastanelerindeki çilekeş durmun özeti bu nasılsa öleceksin . Ha biraz erken ha biraz geç ne fark eder?




5 Mart 2012 Pazartesi

Oradayken


Bembeyaz bir oda yukarı baktım meme şeklinde lambalar . Başımda babam uyur uyanık bazen dışarı bakarak konuştu benle. Daha iyi misin kızım? sonra başkaları da geldi genç insanlar yaşlılar. Hepsi gelip sırayla hiç tanımadıkları bana bir şeyler söyleyip gittiler. Telefonum çaldı açmadım.  Açsaydım ne diyecektim: hımm şu an tam 4 tane meme bana doğru bakıyor ben de onlara bakıyorum görüş alanım kısıtlı şimdi konuşamıyacağım kapatıyorum. Sanırım böyle derdim .Yok yok böle demezdim sıkkın bıkkın efendim der sonra arayacağım der kapatırdım. Bir süre yanlız kaldım, taa ki küçük arkadaşım ve annesi gelene kadar.Annesi de bir şeyler söyledi bana herkes gibi gitti. Kafamı diğer yana çevirdim perdeyi araladım artık görecek başka şeyler de vardı. Kavak ağaçlarının ardında mor kırmızı bir gün gidiyordu. Öylece baktım, uyur gibi oldum derken diğer yanıma baktım küçük arkadaşımın canı sıkılıyordu belli ki. Eh tabi benim de . Çizgi filmlerden bahsettik kitaplardan. Sev onları dedim ufkun açılsın biz küçük bir kasabada  büyürken dünyada neler oluyor bil. Bundan yıllar sonra büyük şehirlerde yetişmiş insanlarla aynı dili konuştuğunu fark ettiğinde ne demek istediğimi anlayacaksın dedim. İkimiz de heyecanlandık. Sonra o gitti tabi annesi de. Babam sordu arada iyi misin?
İyice sıkıldım babama söyledim baba memeye benziyor bu lambalar diye güldü. O sandalye tepesinde uyuklarken ben bana damardan  verdikleri suyun şiddetini arttırdım ve gitmeye daha da yaklaştım. Ben damlaları sayarken sonunda bitti. Bitmeye yakın yaşlı bir amca geldi beni görmedi bile. Nefes alamıyordu. Ben gördüm ama onu, dua ettim ona ama yine de yakın zamanda ölecek gibiydi. Ben gayet zinde bir biçimde ayrılırken aklım onda kaldı...
                             

5 Şubat 2012 Pazar

vee Hayyam





İnsan çeker çeker de sonra hür olur;
                                                        İnci sedef zindanlarda yuğrulur.
                                                        Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun:
                                                        Bugün boş duran kadeh yarın doludur.

2 Şubat 2012 Perşembe

Machbet




'Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse, Her gece korkunç rüyalar saracaksa uykularımı Varsın her şey çığrından çıksın, Bu dünya da yıkılsın öteki dünya da, İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense Ölüp rahat etmek daha iyi, Rahat etmek için öldürdüklerimizle.' (III. ii. 165-172) 


'Kendini boşuna harcamış olur insan Dilediğine erer de sevinç duymazsa. Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, Yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.' (III. ii. 6-9)
                                                                                          Willliam Shakespeare

Mendilimde Kan Sesleri




Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskala

Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
 uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
 Sofranı kurardı
 Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
 O çocuklar büyüyecek
 O çocuklar büyüyecek
 O çocuklar...
 Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
 Umudu dürt
 Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
 Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
 İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
                                                                         Edip CANSEVER

Benim günahımdır AŞK


''
Benim günahım aşktır, senin erdemin nefret
Sevgi günahtır diye günahımdan nefret et.
Gel, kendi durumunu benimkine kıyas et,
Görürsün siteminin ne haksız olduğunu.
Haklıysa da, o sözler kızıl süsünü bozan
Ve benimkiler kadar bol sahte aşk senedi
Düzüp başkalarının yataklarını talan
eden dudaklarından işitilmemeliydi.
Seni sevmem yasaldır; bak, seviyorsun sen de:
Gözüm sırf sana düşkün, senin gözün onlara;
Merhamet yüreğinde kök salıp boy versin de
Acımanla hak kazan sana acınanlara.
Aramaya kalkarsan kendi gizlediğini
Senin kendi örneğin yoksun bırakır seni. ''
                                                                william shakespeare

hoyrat mı?



Kar yağıyordu ve ona bakarak pencere kenarlarında belki birer yudum içki ve kesişti yazılar. Birbirlerine göndermişlerdi yazdıklarından habersiz. Öyle şeyler yazıyordu ki yarım kalan hikayelerde ikisi birbirini bütünledi. Sanki biri başını biri sonunu yazmıştı. Okudum sonra ve inanamadım ürperdim. Neydi yazıları bütüleyen kar mı, hissettikleri mi yaşananlar,  ortak mekanlar mı?
Birbirinden habersiz geçen onca zaman ve bir gün çıkagelen yazılar.
Adı konmayan aşktan sonra, başlıksız sonsuz yazılar böyle başladı...
Bu kadar hızlı akmamalı yazılar daha sakin daha düzenli olmalı ki ne fayda bunlar söylemek için söylenmiş laflar. Belki zamansız telefonlar hani duvar arkasındakilerle yapılmış konuşmalar ve ardından cevapsızlıkla daha da hızlanmış yazılar.
Bu kadar hoyrat hayat.. Ben yanlız değilim onları okudukça vücuduma batan iğneler  acı çoğalıyor, uyuşturmadan kendimi sadece yazıyorum uyuyorum, okuyup izleyip yazıyorum. Onların hayatlarını ben yaşarmışçasına kişiselleştiriyorum. Dinlerken yüzüm düşüyo her hecesini yaşıyorum olanların. Tek düze hayatımın renkleri olup çıkıyorlar bencilce. Bazen omuz koyup ağlıyor, bazen birlikte yazıyor, uyuyoruz. Dedim ya hayat bu kadar hoyrat biz direnirken ona sürükledi durdu bizi. Yerinde olan tek birşey var. Dimdik, sağlam, ayakta, savurmayan, dizginleyen, anlamaya çalışan ve üzülen o da sensin işte bu kadar...

30 Ocak 2012 Pazartesi

Sabah sabah



Daha kimseler uyanmamışken düştüm sokaklara bu sabah. Gördüm ki kediler bile uyanmamış. Uyurken izledim onları. Hava alacakaranlık deniz kenarında buldum kendimi. Birileri bankta sızıp kalmış. Yanına gittim evet ölmemiş sadece sızmış... Yürüdüm yürüdüm sonra ezan okumaya başladı yedi tepesi de kalmadı artık ya,söz öyle der  yedi tepeden ezan sesleri ..
Ben birinden ürperirken hepsinin ayrı ayrı sesleri doldu kulağıma, beynime. Birden martılar havalandı acaip çığlıklarıyla, daha çok ürperdim. Sonra hafif hafif  aydınlanırken her yer  ben seyrettim uyanışı. Işıklar söndü yavaş yavaş vee aydınlık. Güneş vurdu sızanların yüzüne gayet normal uyanıp gerindiler. Simitçi geldi simit yedik birlikte sonra da o kötü çayından içtik amcanın.  Burda ancak bu kadar olur.
Bir nefes hissettim sonra ensemde, dokundu bana. Uyuyamamışsın yine dedi, sarıldı, öptü.
Sokaktaydık yalnız değildik gün uyanmıştı. Şimdi herkes telaşlı koşarken biz en sakin yürüyüşümüzü yapalım.. Gözlerin İstanbul İstanbul yüzün bugün... 

Arka sokakta KAR


Didem'e 

Başka ülkelerde  kar nasıl yağar ,nereye düşer karlar?  Burada en çok arka sokaklara düşüyor kar, en çok oradakiler seviyor onu. Çocuklar, koca adamlar, söylenmiyorlar seviyorlar.
Benim doğduğum yerde de severdi insanlar karı. Elektrikleri keserdi daha çok sohbet ederdik bir tek pilli radyomuz açık, gaz lambası ya da bakkal mumu yanar, şarkı söyler, şakalar yapar eğlenirdik. Elektrik gelse de bazen açmazdık ışıkları, kaldığımız yerden devam ederdik. Bazen günlerce gelmezdi elektrik o zaman kalorifer yerine sobalarımız vardı, üşümüyorduk. Şimdiyse donuyoruz içimiz ve  dışımız.
Bu üşüme başka türlü yanlız ayaklarımız buz kesercesine üşüyoruz. Isıtamadığımız ayaklarımız bizi umarsızca sürüklüyor ve biz üşüyoruz.
Bu şehirde kar arka sokaklara yağıyor biz üşürken o ayaklarımızı ısıtıyor  ...
Ben bir gün başka bir ülkede ya da sadece başka bir pencere önünde  kar düşerken arka sokaklara ben yine senin yarım kalan kahveni yudumlarken yeniden yazarım sana.
                                                                                                                                  

23 Ocak 2012 Pazartesi

kimse kim?


Birdenbire başladı yazmaya, sonra ...  Katlardan, sokaktan sesler geliyor, müzik çalıyor yazdıkça yazıyor bitiremiyordu. Birazdan gelirdi kızardı ona, sinir olurdu, öpmezdi belki ama endişelenirdi. Endişelenmesin böyle istedim böyle oldu ama her an her istediğin olmamalı di mi? Çocuk musun sen? Bazen sözünü tutmuyor sonra böyle kırgınlıklar oluyordu acaba hep böyle mi...
Yok yok olmayacak hep böyle olmaz kim katlanır ki hem böyle ama sokaklar bitti artık evi var sadece evi bir de o .O çok sevdiği taptığı, herkesin özendiği adam...
Bırakmaz di mi onu? Ya bırakırsa ...Sözünü tutsun o zaman o da.. Ya diğerler de bırakırsa? Yalnızlık ne bilmiyo ki o.. Nasıl yani di mi.. Evet bilmiyo hem onunla büyüdü o.. Hep söyledi yeri geldi dizginledi, yeri geldi serbest bıraktı, üzüldü ama bazen de çok sevindi büyütmek zor ama büyümek de öyle...
Gelin edecekti onu .Küçükken öyle duymuştu filmlerde gelin edicem diye vaatlerde bulunuyodu adamlar kadınlara ama bazıları sözlerini tutmuyordu.. Olsun o tutar. Kırık beyaz bir gelinliği olacaktı onun böyle kocaman kasnağı olmayacaktı öyle istiyordu o. Güzel olur muydu ki o da sevinir miydi evlenince?
Her kadının hayali mi bu ? Bazılarının değil ya da ona göre yalan söylüyor onlar. Hayal miydi tabi bu o da belli değil. Küçük gelinlerden bahsetmiycek bu yüzleşme sosyal meseleye dönmeyecek .
Şu an sadece kendisini düşünüyo..
Gelince kızacak mı ? Öper mi acaba? Öper de, öpünce anlayacak çeker mi kendini? Dedi ya sana da az önce mesajında korkuyo o çok korkuyo..
Ne yapmalı şimdi ona göre koca gece yazmalı o gelsin okusun sonra o tekrar yazsın.
Bir şey diyeyim mi Niye bu kadar korkuyosun kırmak mı derdin yoksa kimsenin duyup görmemesi mi seni herkes gitmez korkma. Yargılanmaktan korkma o gitmez erken geç o gitmez.
Korkma sakın korkma şunu dinle bak
Beklemek şimdi hiç duymayan birine dünyanın en güzel şarkısını söylemek gibi bir şey ya da görmeyen birine gökkuşağını anlatmak...
Bu kadar acı veriyo madem bu saatler sana uyu o zaman.
Ama sen uyuyamıyosun di mi yani uyusan da yaşıyosun gibi, uyuyamadığında kalk uyuma o zaman bakalım ne olacak sonra böyle zaman karışmışken anlatamazsın kendini ona. Gün gece ,gece gün olmuşken anlatamazsın.
Daha çok korkarsan uyu sen en iyisi, ne varsa vazgeçtiğin, içinde çığlıklar, kalbinde siyahlar, kıymetsiz her gece ettiğin dualar kurtarmaz seni uyu sen en iyisi uyuyamasan da uyu.
Yalnız kalıyosun uyurken biliyorum korkuyosun yalnız kalınca yüzünde korkular  hangi rüyada gülüp hangisinde ağlıyosun o bilmiyo, bilsin istiyosun herşeyi...
Anlatmazsan bilmez ki o şu an nasılsın anlatamazsan bilemez.
Yüzünde korkularla uyu sen ama anlat uyandığında hani saati ertelerken, sana kızarken niye, diye sen ertele yine saati korktuğunu belli et , gitme de bu kez . Bugün ve hergün benim için günlerden hiç de,gitme de ama gitmesi gerek sen böyle dersen aklı evde kalır...  Vazgeçtim en iyisi bişiy deme sen aklı kalmasın sende evde...
Hani geçenlerde dedin ya iki damla yaş akıyo, yorgunum ağlayamıyorum diye. Ağla şimdi için dışına çıksın ağla ağla bebeğini düşün ağla niye yaptın bunu niye yaptın ağla bebeğini düşün biraz daha ağla.
Dur dur ara bakalım açmıyo yolda ya bişiy olduysa ohh yok olmamış.
Rahatladıysan devam edicem...
Geldi...
Noldu bak kızmadı. Kızmadı sarıldı sana yazdıklarını okudukça bitince yatalım dedi...yatalım uyusam da uyumasam da yatalım bakalım ne olacak belki sevişirsiniz... belki ağlarsın belki de kalkar tv izlersin ne bileyim belki belki...
İlk göz ağrın o senin ondan bu kadar canın yanıyor onu kendini üzdükçe yaraladıkça dikiş tutmuyor yara kanadıkça...
Hadi bakalım şarkını dinle şimdi onun ısıtamadığın ayaklarına dokunurken ...
Anason kokarken sofralar yaşlandırıyor seni aynalar....
Sessizce aktı gitti yıllar seni hiç uyandırmadan...
Ve bir sabah uyandığında kalmışsın tek başına ....

UZAK


Şeffaf renk renk elbiseler vardı, şile bezinden sanırım. Ben yeşili seçtim giydim üstüme. Git söyle dedi biri, dinlen sonra da. İlk önce söyleyemedim. Sevdi, okşadı o bitmez tükenmez şevkatiyle.. Omuzlarım küçüldü biraz daha. Sonra uyudum. Rüyamda söyledim uzak mıyım sana senin beni her an sarmana inat. Gittim sonra tanıdık yüzler vardı, deniz kenarları, güneş sonra yabancılaştı herkes . Yalnızdım yok değildim ben tek başıma var olabilirim. Olamaz mıyım yoksa? Başka biri geldi sanki ilk defa aşık oluyor gibi hissettim ve o an karanlığa gömüldüm küçüldüm, omuzlarım da küçüldü. Boğuldum. Yoktu artık söylemeseydim keşke bu kadar yalnızken acizken kendime keşke söylemeseydim. Çok mu geç oldu? Geri dönsem mi evime, bizim evimize? Yoksa sokakta mı uyusam bu gece? Belki o zaman böyle düşler görmem üşürüm o kadar. Kediler köpekler yalar,ısırır yüzümü, uyanırım belki uyurum tekrar bir daha da uyanmam. Belki bir sarhoş görür beni ,bama gelir sonra eve götürür beni kucağında. Ertesi gün yatağımda uyanırım ve kilitlenir balkon kapıları, evin kapısı kilitlenip anahtar alınır gece yatarken. Uyusam geçer belki hepsi. Söylemese miydim? Ama o söyle dedi en yakınım, hadi ben söyledim o da söylemeseydi.  Uyusam....
Ama ben uyuyamıyorum ki artık. İlaç alıp uyurum o zaman bi şişe şurup, iki damla ilaç ya da çeyrek tablet. Hangisini istersem .
Cennete bakar gözüm belki uyursam. Seni orda görür müyüm acaba? Niye durdurmadın beni uzağım dedim tamam dedin. Savaşmadın, beni anlamak değil bu özgürdüm ben senle niye bıraktın ?
Bunca soru... Uyusam geçer mi acaba?
Şimdi hangisi gerçek, hangisi rüya ? Gün gece oldu, gece gün, karmakarışık giderken, düzen sanarken ben bunu anlatamıyorum kendime ...Sende yarım kaldı cümlelerim ... üşüyünce ısıtamadığım ayaklarını özledim ...
Tutamadığım sözlerimle karşındayım şimdi beni bırakma...

SADECE SES


Yeraltı dünyasına gireceğim bu gece, bir bebek bulacağım orada. Bu gece yeraltına gireceğim bebek beni saracak ben bebeği.  İsteyeceğim ki benim olsun içime girsin ve bağlansın etime. Sonra kanıma bulanmış çıksın içimden. Ben onu yeraltında bulacağım. Orada seveceğim onu, dokunmaya korkarken sımsıkı sararken korkacağız yeryüzünden ve orda bir hayat kuracağız ikimiz. Bebek ben, benim bebeğim. Karanlık korkutmayacak bizi, hem yeryüzü daha korkunç diyecek bebek. Büyüyecek o ben yaşlanırken. Ve bir gün yer yüzü ile yeraltı yer değiştirecek ve biz o gün göreceğiz ilk defa ışığı, gözlerimizi.
Ben kana bulanacağım, bebek kana ve ellerimiz kenetlenmişken diyecek bana ‘anne’ ....

17 Ocak 2012 Salı

Özlem

Köşedeydim bir kadın dergi satıyordu almadım.hava soğuk kardan sonra çamur, insanlar oluk oluk,soluk soluğa. Bekledim, kadının yanına gittim. Çantamdaki poaçalardan verdim ona annem yapmıştı dayının seneyi devriyesi arkadaşlarına götür dedi. Götürüyorken tanımadığım o kadına verdim Teşekkür etmedi, 'ölmüşlerinin ruhuna deysin' dedi. İçim ürperdi. Köşedeydim arkamı döndüm annemi aradım kadın duymasın diye kısık sesle anlattım. annem bak kızım ne güzel olmuş  bugün babannenin seneyi devriyesi dedi. Mıhlanıp kaldım bu kez.Tam bir sene olmuş kuzenimin beni arayıp babannemi kaybettiğimizi söyleyeli. O gün de aynı arkadaşım vardı yanımda bugün de...
Yalnız anne seneyi devredemez ki artık onlar öldü.Ölümü katlarlar ancak. bizi yalnız bırakışlarını, gidişlerini belki...Ben de ancak böyle yazarım içime çöken kütle ile hala yüzleşmeye çalışarak..
Seneleri devirirken biz,siz ölümü devirederken hepinizi çok özledim...
                                                                                                              Nihan

16 Ocak 2012 Pazartesi

Çıplak



Çıplaktı. Galiba bu yol hiç bitmeyecekti. Sonsuz bir çaresizlik. Koyu, kopkoyu. Elleriyle orasını burasını örtmeye çalıştı ilk başta. Sonra vazgeçti. Örtülmüyordu. Neye bu uğraş; bıraktı utanmayı. Kocası tarafından tecavüze uğrayan ilk kadın o muydu sanki. Aptal ağlama, kocan değil mi kocan işte kocan daha kötü ya, kocamdı o, daha kötü. Kocan. İlk sen misin, ağlama aptal.

Çıplaktı. Yol çıplak inadına, sapsarı ortalık. Güneş tepede. Bir insan kulu yok mu ortalıkta, niye yok, olmasın aptal çabuk eve git, acele et, zırlamanın zamanı değil. Çocuk okuldan gelmeden yetiş eve. Baban tecavüz etti yavrum. Ben onu istemedim hani, kaçtık ya beraber, sonra buldu bizi hani dün gece seninle uyudu. İşte sabah kalktı, sonra korkma ama sen bakma çıplaklığıma sen benim yavrumsun utanma. Babandan da utanma. Büyüyünce onun gibi olma sen, olma sakın. Lanet gelsin desem seni de vurur mu.

Çıplaktı. Ev çıplaklığın ortasında bir başına duruyordu, kapısı açık. Hemen içeri girdi, yıkandı. Temiz elbiseleri giydi. Bir baktı ki oğlan dışarıda, başı ellerinin arasında, uzakta tünemiş, eve bakıyor. Tam karşısına çöktü. Bir ağıt yakmaya başladı kendi dilinde. Ağlaştılar.

Bir kız doğdu. Abisi hiç sevemedi, dokunamadı. Hem öyle çirkindi ki boğmak istedi gece kimse görmeden. Yazgı. Üç yaşındayken kuyuya düştü , öldü. Bir tek babasının gözünden bir damla yaş geldi. Ne annesi ağıt yaktı, ne o ağladı. Lanet kızı vurdu.

                                                                                   Didem

Beyaz


Her yer beyaz.. bu gece rüyamda seni uçuracağım…
O zaman saatleri ayarlayalım, sabah birlikte düşeriz .
belki o zaman çok yorulmuş olmazsın. Belki korkmazsın. Ya da düşmek çok mu karamsar bir fikir.. nasıl olsa beyaz çarşaf kıvrımları var. Hafif, tüy gibi bi iniş yapma olasılığımız vardır belki dünyaya . yine dünyaya uyanırken. Hem de beyaz çarşaf kıvrımlarına ve yüzündeki beyaz bembeyaz deliğe bi de bazen benim “beyaz bembeyaz tabiatıma” , tüm bunlar gerçekte bizi beklerken incecik bir dokunuşla alçalır ve konarız.
Ama sevgilim bu benim uyanık düşüm. Yaşamak öyle değil ki. Sen bile unutuyorsun bazen yüzündeki (gülümsemendeki) beyaz deliği. Gölgelenmesi öyle kolay ki saçının,sakalının karasında. Dünyanın neredeyse tüm karanlığı geçiyor yüzünden.görüyorum .sana baktıkça kendi karanlığımı görüyorum. Hani ayna gibi çünkü insan birbirine. Birbirimize bakıyorsak eğer, eğer bakıyorsak birbirimize , ben güzelsem sen güzel sanıyosun kendini, ve sen güzelsen ben güzel oluyorum. Ama bu insan,şu iki yüzlülük, çamurlar caddeler boyu,yalan alışıklığı, bu maskeler, bu günler ve geceler boyu durmadan akan insan bedenleri.üstleri başları ne de iyi,içlerini görüyorum işte o zaman düşmeye başlıyorum daha yükselmeden. Daha evin sokağını dönmeden.Şu köşe başlarında insanlar görüyorum,vücutları morluklar içinde sevgilim. Yüzleri,etleri karanlık. Ayna ya işte bu,Kendim sanıyorum. Kendimi görüyorum. Sonra gözgöze geliyoruz,o da beni gördükçe daha karanlık oluyor.Sonra kapkaranlık bir yere düşüyorum. Durmadan düşüyorum.
Bir şiirde diyor ki “ seninle gözgöze gelmek intiharın en güzel şekli” . birinin gözlerinin içine bakmak sevgilim biliyorum bunu çok iyi biliyorsun. Ama şüphe ediyorum bazen.yüzünde,kalbinde beni bunları senden saklamaya iten birşeyler var.sözlerinde,gözlerinde tekinsizlik… Bir tehdit düşüyor işte o zaman yüzündeki beyaza, aynı anda benim beyaz tabiatıma bir tehdit düşüyor.bana baktıkça sen de kendinden şüpheleniyosun, benden. Bu böyle devam ediyor.susuyorum..susuyorsun. Sonrası nasıl oluyor bilmiyorum, gülümsemeni buluyorum beyaz delikten aşağı atıyorum kendimi.
Her yer beyaz.. bu rüyada seni uçuracağım…
Sakın benden önce uyanma.birlikte düşelim tekrar.beyaz çarşaf kıvrımlarına,yüzündeki beyaz deliğe,benim beyaz tabiatıma.
Bu gece uyuyup uyumadığımı hiç bilemeyeceksin. Ve diğerlerini de. Gözlerimizdeki tekinsiz bakışı yayacağız aynamızdaki aksimize..bu sana en büyük kötülüğüm olacak.
Her yer beyaz
                                                                                                   Didem

Anatomi 2


En mahreminiz nedir? Benimki uykum .Uykusunu paylaşırsa insan mahrem olur.Uyku kokusu ten kokusu değildir aslında, onun başka bir büyüsü vardır. Kimi sabah gülümsetir kimi sabah delirtir ama kokar hep uyku kokar insanlar. Her insanın başkadır teni, uykusu da .En masum bazen de en ahlaksız haldir uyku çünkü sever insan , bazen canavarlaşır bazen güler ,bazen aldatır....Uyurken insan en yalın haliyle serbesttir zihni ve bedeni. O yüzden mahremdir uyku .Dile dökemediği ne varsa uykudadır. Bazen çok uyumak ister insan kendine kalmak ister aslında belki kaçmak ...Dinlenmek de olabilir bunun adı .Her uyku dinlendirmez ama benim uykularım konuşuyor bazen durdurak bilmeden konuşuyor sonra kaçıyor uyku benden günlerce bi çaresi var elbet sonra hatırlamadığım uykularım oluyor işte onlar en mahremleri . Sevgilime bakarak yazdım bu yazıyı. uyuyordu müzik sesinden olsa gerek bi an açtı gözlerini ‘aşkım seni çok özledim ben ‘ dedi ...Uyurken özlermiş de insan ..Günaydın sevgilim...

Anatomi 1


Korkma dedi kafa sesi ama korktu derin bir endişeyle ‘aşkım kötü bakıyosun’ dedi.Ve birden iki damla yaş süzülüverdi gözünden ,sarıldı adam sonra devam ettiler, kadın ağladı ...Sevişirken güzel güzel onca özlenmişlikle yanarken tenleri bir an küçücük bir bakış korktu işte ...Bir kez daha olmuştu bu sarhoştu unutmak istedi ertesi gün unuttu .Delice seviştiler o gece adam sordu aldattın mı hayır dedi kadın günler geceler sonra adam yine sordu hayır dedi kadın ama bir kez daha sorarsa yastığımı alıp içeri gidicem diye düşündü böyle bi geceydi kadın sarhoş beyninde fırtınalar koparken bağıra çağıra ağladığı yalvardığı kavga ettiği kırıp döktüğü ve seviştiği böyle bir geceydi ki yine korkmuştu.Peki bu gün niye? İçlerindeki hayvanı gördü belli gözlerinde, güneş vardı odada sıcacık romantikti önce sonra birden değiştiler onda da gördü kendinde de onun gözlerinden yansıdı kendi hayvanı ... aşkım kötü bakıyosun dedi o bişiy demedi sarıldı ama şehvetten duramadılar kadın da istiyodu yine ağladı....

Urba


Urba sözcüğünü ilk kez Hiroşima’nın Çiçekleri kitabında okumuştum hani çocukla annenin resmini de yapmıştım .Yaralı yüzü olan bir çocuk annesinin kucağında ,gözümde canlandırdığım urba kadının üzerinde ,kalem tokası ,birbirlerini sarlmışlar gözyaşları var Hiroşima’ya ağlıyorlar ..Ortaokula gidiyordum kitabı okuduğumda ve farkettim ki hala hayalimdekinden farklı bir form yok zihnimde urbaya dair ,bakmalıyım dedim hemen arama motoruna yazdım Buenos Aires futbol takımıyla ilgili bişiyler çıktı onu geçtim giysiyle ilgili doğru dürüst birşey yoktu. Acaba özelliği olmayan bişiydir de sadece giysi anlamına mı geliyordu. Birilerine sormak en iyisi diye düşündüm.Madem urbayı tam olarak anlatamadım kendi içimde hayal kırıklığı yaşadım o zaman hepimizin hayatının vazgeçilmezi olan bildiğimiz giysilerden bahsedelim üşümemek için, ayıp olmasın biraz örtmek lazım mantığıyla ya da karşındakini etkilemek için belki sadece estetik kaygısından giyiniyoruz.Ancak genel görüş şudur ki beğenilmek için .Sadece beğendirmek için değil kendimizin de beğenmesi için.O ayna karşısına geçip ayyy çok güzel sözleri ağzımızda çıksın diye sevinelim kendimzi kandıralım diye işte bi şekilde giyiniyoruz hepimiz.B u sözlerin devamında aklıma gelen şudur ki ‘ne insanlar gördüm.....bence devamını yazmama gerek kalmadı.(yazarın notu:miğdem bulandı)
Kendi kendime yazarak oyalandığım bu günlerde beni bu konuda destekleyen en sevgili dostum Didem aradı az önce geliyomuş yazıyorum deyince ben vay be dedi o da.
Takma adı gibi bişiyle seslenmem ben ona canımmm derim o yüzden yazdım ismini öylece...
Her gün beni cesaretlendiriyo hayaller kuruyoruz birlikte yarı çalışan insanlar olduğumuz için boş vaktimiz de çok oluyo bu zamanları olabildiğince verimli hale getirmeye çalışıyoruz bol sohbet filmler projeler kimisi tamamen hayal kimisi tembellikten vazgeçildikten sonra yapılacak şeyler ve ben onla ayrılırken bulutlar üstünde bir insan oluyorum sonra mı ? temizlik yemek vb işlere girişince kişilik karmaşası yaşıyorum işte böyle yazarken de bi telefonuyla başarabildiği gibi o zamanlarda da zihnimi karmakarışık edebiliyo sevgili dostum ...
Giysilere dönelim en iyisi; geçen gün bir televizyon filmi izledim hani yemek yerken de izleyebileceğiniz cinsten bir Amerikan film İsmi de bir alışverişkoliğin günlüğü gibi bişiydi.nKadın çılgınca alışveriş yapıyo ,bunun için terapiye gidiyo meğer terapist de alışverişkolikmiş. Karmaşık günlük rutin içinden bi sürü olay en sonunda bizim kız yüzleşiyo herşeyle ve tüm giysileri ayakkabıları açık arttırmada satıp kredi kartı borçlarını ödüyo mutlu son...Bu film mutlu sonla bitti ancak eminim hepimizin var böyle dertleri sonlanmamış ve hiç sonlanmayacak olan ..O kadar saçma gelirdi ki vitrinlere bakmak alışveriş merkezlerinde gezinmek dergi karıştırmak internette bunun için gezinmek gerçekten esefle kınıyorum denir ya öyleydim ancak benimki de mutsuz son oldu ben de artık kapitalizm manyaklarından biri oldum alamasam da bakıyorum özeniyorum keşke dediğim bile oluyo sonra durup duruken şöle bişiyim olsa diye düşünüyorum kendimle çelişiyorum sürekli bu ben değilim kendine gel deyip duruyorum.
Analizime gelince İstanbul’da yaşıyor olmak her konuda olduğu gibi bu konuda da bakışını genişletiyo insanın ben Ankara’dayken alışveriş merkezlerine gitmezdim mesela çocukluğumun geçtiği yerde de çarşıda 5 tane falan mağaza vardı ne alınırsa ordan alınırdı görüp görebileceğin oydu . İyi şeyler alırdı babam sağolsun..Bir yandan da çevrendekilere yetişme arzusu sanırım bu hıh bi de annem internetten bişiyler bakmaya o alıştırdı benim gel bakalım birlikte bakalım hayır bişiyler alcak olsak bakalım ama almıyoruz da tam anlamıyla zaman öldürmekten başka bişiy değil ... Ben bu durumu en minimal yaşayanlardanım biliyorum ve yine biliyorum ki bu işin suyunu çıkaran çokça kadın var kısacası alım gücü biraz artsın bir kadının yapacağı ilk şey gidip üstüne başına bişiyler almak oluyo bu kadar ortak paydada buluşulabilen bir konu daha yoktur tahmin ediyorum dünyada allah bizi ve herkesi bizim gazabımızdan korusun...